Başlığı Tarık Dursun K.’dan ödünç aldım. Onun iki ciltlik oylumlu kitabını tanıtacak değilim. O çalışmasını yaparken kendisine de söylemiştim: Herkes farklı kitapları seçip tanıtabilir, çünkü bu konu “herkese göre”dir. Yani “adamına göre değişir.”

Aziz Nesin, bilmem daha önce sözünü ettim mi size, “Çocuklar, eğer sanattan, özellikle şiirden konuşurken ‘bana göre’ ya da ‘bence’ demeyi unutmayın” derdi. Yani bizlerden bir öznellik payını kenarda tutmamızı isterdi. Çünkü ona göre sanattan söz etmek, uluorta kestirip atmak değildi. 

Bilenleriniz olacaktır: Nurullah Ataç, edebiyat eleştirisi türünde öznelliğiyle bilinen biriydi. Söze “Sevmedim ben bu şiiri!” diyerek girer, yazısının ilerleyen bölümlerinde o metni neden sevmediğini temellendirirdi. Ama kimselerin umursamadığı, kenarda köşede kalmış bir şairi övdüğü, şiirlerini beğendiğini söylediğinde o şaire bütün kapılar açılırdı. Çünkü Nurullah Ataç’ın beğenisini almış bir şair, artık önemsenmesi gereken bir şair olurdu.

Derler ki Yahya Kemal de bunlardan biriymiş. Beyefendinin masasında konuk olanlar kendi şiirlerini değil, Yahya Kemal’in şiirlerini seslendirir, onun gözüne girmeye çalışırlarmış. Ola ki bir gün gelir ve Yahya Bey, “Şimdi de sen kendi şiirini oku bakalım evlat!” der… İşte o zaman vizeyi almışsınız demektir. Edebiyat çevrelerinde rahatlıkla “Fakat ben Yahya Kemal Bey’in masasında kendi şiirimi okumuş biriyim” diyebilirsiniz. 

Şairin şair, şiirinin gerçekten de şiir olduğuna ‘karar veren’lerden biri de Attilâ İlhan’dı. Onun zarları meşhurdu. Attığı zardan sizin adınız çıkmışsa sorun kalmamış demekti. Çağdaşı Fethi Naci için de aynısını söyleyebiliriz. Onun, Adnan Benk’in, Memet Fuat’ın, Mehmet H. Doğan’ın, Asım Bezirci’nin eleğinden geçtiniz mi, bütün kapılar ardına kadar açık demekti. Bunlar, sözlerini sakınmayan, yazınsal kaygıdan başka hiçbir kaygı taşımayan gerçek eleştirmenlerdi. Bu isimlere zaman zaman Cemal Süreya, Hilmi Yavuz, Attilâ İlhan gibi şairlerin de eklendiği bilinir.

Zamanımıza gelince: Şimdi herkes eleştirisiz bir ortama girdiğimizde hemfikir gibi. Herkes “Bizde neden eleştiri yok yav!” diye şikâyet ediyor ama birazcık dokunduğunuzda başınıza gelmedik kalmıyor. 80’lerin ikinci yarısında eleştiriye birazcık kıyısından köşesinden ilişeyim dedim, neredeyse çarmıha gerilecektim. Sonraki yıllarda eleştirip düşman kazanmaktansa beğendiğim kitaplardan bahsedeyim bari dedim.

Ben bir gün ıssız bir adaya düşersem… Zaten öyle değil mi? Hepimiz özellikle şu son yıllarda ıssız birer adada yaşamıyor muyuz?  O yüzden ben beğendiğim kitapları yanıma alıp adama kaçtım. Oradaki dostlarım: Marquez, Saramago, Ernaux, T. Bernhard, T. Mann, H. Hesse, D. Solstad, P. Peterson, P. Roth, Çehov… Böyle iyiyiz valla.