Sağ olsun ülkem beni konusuz, başlıksız, yazısız bırakmıyor. Sabahın karanlık bir saatinde İzban ile yolculuk yaparken, sosyal medyadaki akış yine her şeyi çözüverdi. İlham kaynaklarım bu sefer “akil insan”lar Banu Avar ve Doğu Perinçek oldu.

“Türkiye’de son on gündür kadın cinayetleri konusunda acayip bir kampanya ile ülkede kadınlar kesiliyor gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor” diye buyuran Perinçek yine kendi çıtasını yükseltmeyi başardı benim nazarımda. 1990lı yıllardan beri takip ettiğim şimdinin Vatan Partisi Genel Başkanı ülkede son 10 günde olan bitenden habersiz davranmış, görmezden gelmiş yine. Ve tüm bu cinayetleri bir “algı” operasyonu olarak değerlendirmiş eksik olmasın.

Sözlerim ona ya da onun fikirlerini benimseyen Perinçekgil’lere değil. Zira onlarla aynı düzlemde yaşamıyor, algılamıyoruz bu hayatı. Sözlerim bizim mahalleyedir ki güncel tutalım kendimizi, zihnimizi. Güncel kalalım ki öfkemiz hep diri kalsın. Dipdiri.

Geçen hafta son yıllardaki en büyük takipçili ceza davası olan Şule Çet cinayet davası sonuçlandı. Şule’yi katleden ve ona yardım edip olayın açıklığa kavuşmasını engelleyen sanıklar, nihayet 6. duruşmada en ağır cezayı aldı. Toplumsal vicdan az da olsa soluklandı. Sosyal eşitsizlikler biraz da olsa dağıldı. Kadına yönelik şiddet, nefret, cins kırım ve insanlık suçları az da olsa karşılık buldu. Şule’nin ailesi belki ilk defa 1,5 yıl sonra rahat uyudu. Adalete güven biraz da olsa yükseldi. Dahası, Aile Bakanlığı verilen cezayı yetersiz bulup, yükseltilmesi için yasal süreç başlatarak, bir kurum olarak “var oldugu”nu hatırladı, hatırlattı.

Daha bu dava sonucuna sevinemeden, henüz 20 yaşında genç bir kadın öldürüldü Ordu’da. Sonradan öğrendiğimiz kan donduran detaylar ve psikopat _ya da sosyopat mi demeli?_ katilin açıklamaları bir yandan; bu genç balerin kadına dair ileri sürülen “soytarıca” iddialar diğer yandan hepimizi şaşkına çevirdi yine. Ülke de aynı Perinçek gibi oldu zannımca. Her seferinde, “bundan daha kötü ne olabilir ki” diye düşündüğüm her olay/söz ve tepkide ülkem yine çıtasını yükseltmeyi başardı. Kötülüğün çıtasını.

Bu denli trajik 2 olay yaşanırken, Perinçek’in kalkıp olan biteni “acayip kampanya” diyerek değersizleştirmesi/karikatürleştirmesi/normalleştirmesi de ülkenin bu kötülük çıtasını bir level daha yukarı itti.

Diğer veciz söz de Banu Avar’dan gelmişti. Banu Hanım, tek bir twitte Türk kadınını küresel çetelerin etnik, dinsel ve cinsel bölücülük konusunda öznesi olmaması ve bölücülerin ekmeğine yağ sürmemesi için uyarıyordu hepimizi “bilgece” bir tavırla. Öte yandan, ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel bozulmaya karşı da “ayağınızı denk alın” diyordu hepimize.

Uzun uzun yorumlamaya yerim de sinirlerim de müsade etmiyor maalesef. Bu ve benzeri açıklamalar, bu düşüncede olanların genel ruh halini ele veriyor. Bu şürekanın tamamı için benim söyleyeceğim şeyleri aslında Banu Avar zaten söyleyivermiş: Siyasal, kültürel ve sosyal bozulma. Aslında bir çeşit dil sürçmesi ile bizi uyarmaya çalışırken kendisinin de içinde olduğu grubun halini tanımlayıvermiş böylece.

Müsadenizle Banu Hanım ve dahil olduğu “aydın tayfa”nın halini bendeniz biraz daha el yükselterek söyleyeyim ve tek kelimeyle özetleyeyim bu bozulma halini: Yozlaşma.

Bir kadının bu düşüncede olması sosyal ve kültürel yozlaşmanın ta kendisidir. Bu düşüncenin peşine takılanlar da sözün ilk kısmında bahsedilen ekonomik ve siyasal yozlaşmanın önce esiri sonra da öznesi olacaktır. Bu yazının başlarında ismini andığım şahıs da şimdilik bu siyasal yozlaşmanın esiri iken, sistemin kendisiyle işi bitince siyasal tarihimizde adının bile anılmayacağı biri olacaktır.

40 yıl sonra bile olsa Kenan Evren’in adını her yerden silmeye/temizlemeye çalışan bu topraklar, bu yozlaşmaya hizmet edenlere de gereken “vefa”yı elbet bir gün gösterecektir.