İlk bakışta anlaşılmasa da futbol sevdalıları için ‘sevdanın rengi’ neredeyse bir futbol terimidir. Kimilerine göre sevdanın rengi siyah-beyaz, kimilerine göre sarı-kırmızı, kimilerine göre sarı-lacivert, kimilerine göreyse kırmızı-siyahtır. Birbirinden farklı iki rengin yan yana geldiği her arma için bu örnekler daha da çoğaltılabilir.

Her ‘sevda’ kendine özgü ve güzeldir. Ben bugün siyah-beyaz bir ‘sevda’ hikayesi anlatacağım. Geçen hafta 13 Mayıs’ta başımdan geçen bir olayı. Öncelikle şunu söyleyeyim; futbolun romantizmine, onun romantik hikayelerine inanan ve bayılan biriyim.

Korona günlerinde kendi karantinamızı oluşturup, gazete olarak evlerden çalışmaya başlayalı epey oldu. Ben de sürekli evdeyim. Evde de en çok balkonda vakit geçiriyorum. Bu balkon zamanlarında daha önce dikkatimi çekmeyen bir detayla karşılaştım. Karşı binamızda bizimle aynı hizada oturan bir amca her gün yaptığı tabloları balkonda kurumaya bırakıyor. Ben de hep hayranlıkla bakıyorum yaptığı resimlere. Balkona her yeni resim koyduğunda eşime sesleniyorum heyecanla.

Böyle bir kaç tablo gördükten sonra yazının konusu olan tabloya geldi sıra. Harika bir kartal figürü ile süslenmiş bir Beşiktaş armasıydı bu tablodaki. Görünce bu sefer daha bir heyecanla seslendim eşime. Geldi gördü, ‘istersen git tanış belki tabloyu sana verir’ dedi, güldü. ‘Verirse eve asabilir miyim?’ diye sormadım. Cevabını bildiğim daha doğrusu cevabı hoşuma gitmeyecek soruları sormayı sevmem. Sustum.

Arada bir söz konusu Beşiktaş tablosu balkona çıkıyor, hava alıyor, sonra tekrar içeri giriyor. Ben de her seferinde fotoğrafını çekmeye çalışıyorum ama cesaret edemiyorum. Yanlış anlaşılmaktan korkuyorum.

Ama artık tablo tamamen bitmiş bir halde balkonda havalanırken dayanamadım, tabloyu da yalnız yakalamışken fotoğrafını çektim. Tam çekerken resmi yapan amca dışarı balkona çıktı. Gördüğüne emindim, utandığımdan fotoğraf çekmiyor da sanki telefonu o an öyle kullanıyormuş gibi yaparken el salladı. Aşağıya inmemi tabloyu benim için yaptığını ve bana vermek istediğini söyledi. Teşekkür ettim, gerek yok dedim, olmaz sana yaptım ben bu tabloyu dedi.

Muhtemelen beni her Beşiktaş maçında formalı gördüğü için yapmıştı tabloyu. Aşağıya indim, ‘Ben emekli resim öğretmeni Mehmet, ben de hasta Beşiktaşlıyım’ dedi. Evet Mehmet Amca ile bana özel hazırladığı tabloyu teslim alırken tanıştım. O an ne diyeceğimi bilemedim. Çok mutlu olmuştum. Tabloyu aldım, eve döndüm.

Tablonun fotoğraflarını çekerken arkasındaki notu gördüm: ‘Hasta Beşiktaşlı Mehmet Amcandan, fanatik Beşiktaşlı komşusuna’ yazıyordu. Ayrıca bir not daha vardı, Mehmet Amca eşi Şükran teyzenin de adının yazılı olduğu nota ‘Sağlık ve mutluluk dileklerimizle’ yazmıştı. Eşinin adı da kendi adının üstündeydi. Bu detay da göze çarpıyordu.

İnsanlar hiç tanımadıkları insanlar için bile hem onları hem de sonuç olarak kendilerini mutlu edebilecek bir yol buluyorlar. Bir ortak paydada bütünleşebiliyorlar. Tıpkı Mehmet Amca ve ben gibi. Günlerce gıpta ederek baktığım tablo artık evimin duvarında. Hem de eşim, ben hayalini kurarken ‘asmam’ dediği halde, hem de Mehmet Amca’nın bile görebileceği yerde. Evde en çok vakit geçirdiğim yer olan balkonumda.

GÖZ GÖRE GÖRE...

Son bir söz de ligleri 12 Haziran’da başlatma kararı alan Türkiye Futbol Federasyonu’na; bu skandal bir karardır ve büyük hatadır. Ligler iptal edilmelidir.

Bu hataya neden düştükleri ortada aslında. Futbol ekonomisi çok büyük bir ekonomi. Hatta o kadar büyük ki insan sağlığı bile hiçe sayılabiliyor. Bir diğer neden de pandemi koşullarında iyice dibe batmış ülke ekonomisi için halkın dikkatini dağıtacak her türlü araca ihtiyaç duyulması. Maalesef tutkunu olduğum futbol da bu araçlardan bir tanesi.