Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim kampanyası sürecinde öne çıkardığı vaatlerden biri de devlet hazinesinden çalındığı ileri sürülen 418 milyar doların geri getirilmesi. Kılıçdaroğlu, seçildiği takdirde geri getirilen paranın miktarının an be an milletin bilgisine sunulacağı ve halkın refahı için harcanacağı sözünü veriyor. Bu vaat, ilk kez Şubat ayı başında verilmişti ama Mart ayı boyunca da sık sık gündeme geldi. Kılıçdaroğlu’nun kampanyasının bu vaadi İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Almanya’da geçen bir olayı hatırlatıyor. 

Hitler, 1925-1932 yılları arasında vergi ödemekten kaçınmış, ödemelerini ertelemiş ve söz konusu dönem için Münih Vergi Dairesi’ne 405 bin mark (Reichmark) borçlanmıştı. 1933’te, yani Alman Şansölyesi olduğu yılda ise “Kavgam” adlı kitabından yaklaşık 1.25 milyon mark kazanmıştı. Bu tutar, o yıllarda bir öğretmenin yılda yaklaşık 5 bin mark kazandığı göz önüne alındığında oldukça yüksek bir miktardı. Kitabın gelirinin vergisi de 600 bin mark civarındaydı. Hitler bunu da ödemedi. Ertesi yıl Münih Vergi Dairesi tarafından Führer’in gelir vergisinden muaf olduğuna dair bir genelge yayınlandı. 1935 yılında ise aynı vergi dairesi Hitler’in 405 bin marklık borcunu sildi. Bu olaydan bir ay sonra Münih Vergi Dairesi Başkanı, Almanya Vergi İdaresinin Başkanlığına getirildi. Maaşına da yüzde 40 zam yapıldı.  

Halk cebinden çıkan paraya değil cebine giren paraya bakar 

Hiç şüphesiz, Hitler’in ödemediği vergiler aslında Alman Halkı’nın parasıydı, Alman Halkının cebinden çıkıyordu ama halk bunu fazla umursamadı. Çünkü halk cebinden çıkan paraya değil, cebine giren paraya bakar. Hitler’in iktidarında Almanya’da ekonomi büyüyor, istihdam artıyor ve halk zenginleşiyordu. 

Yakın geçmişte Türkiye’de en yoğun yolsuzluk iddiaları 17-25 Aralık 2013 tarihinde ortaya atıldı. Üstelik bu iddialar yargı makamları tarafından ortaya atılmış, hukuki süreçler başlatılmıştı. Bununla birlikte, soruşturmanın Gülen Cemaati tarafından AKP’yi köşeye sıkıştırmak için bir araç olarak kullanılması, delillerin basına sızması, olayın yerel seçimlere çok yakın bir zamanda gündeme getirilmesi yolsuzluk soruşturmalarının akamete uğramasına yol açmıştı. 

Soruşturmaların yankıları ve kamuoyu üzerindeki etkileri sürerken, 30 Mart 2014’te Türkiye Yerel Seçimleri yapıldı. Seçim kampanyası sürecinde CHP bu yolsuzluk soruşturmalarını seçim kampanyasında yoğun bir şekilde kullandı. Buna karşın yürütülen negatif kampanya başarılı olmadı. Yani, 17-25 Aralık soruşturması gibi bir olay halk tarafından fazla umursanmadı. Çünkü, AKP iktidara geldiği 2002 yılında 3.600 dolar olan kişi başına yıllık geliri o yıldan itibaren düzenli bir şekilde artırarak 2013 yılı sonunda 12.500 dolara yükseltmişti. Sonuç olarak, o dönemde halk cebinden çıkmış olduğu ileri sürülen paranın üzerinde fazla düşünmemiş, doğrudan cebine giren paraya bakarak oy vermişti.  Hatta, “Yiyorlar ama çalışıyorlar” mazereti de bu dönemde halk arasında oldukça sık dile getirilen bir ifade şekliydi. 

AKP’nin ilk ciddi şoku yaşadığı seçimin 2019 Mart ayında gerçekleşen yerel seçimler olmasında ülkenin seçim döneminde içinde olduğu kötü ekonomik durumun büyük rolü vardı. 2014 yerel seçimlerinde 12.500 dolar civarında olan kişi başına milli gelir, 2019’a gelindiğinde 9.000 dolara gerilemişti. Üstelik 2018 yılı enflasyon oranı da yüzde 20’nin üzerine çıkmıştı. Gelirlerdeki gerileme ve artan fiyatların AKP’nin çok önem verdiği büyükşehir belediye başkanlıklarını kaybetmesinde ve muhalefetin cesaret ve motivasyonunun artmasında büyük rolü oldu.  

Muhalefetin seçim kampanyası ekonomik sorunlar üzerinden yürütülmeli 

Kişi başına gelir seviyesindeki gerileme durmuş gibi gözükse de, 2021 sonundan itibaren fiyatların inanılmaz bir hızla yükselmesi ve temel ihtiyaç maddelerinin olağanüstü pahalı olması seçmenlerin karşı karşıya olduğu sorunlar içinde en ön sırada. Sorun, anketlere de yansımış gözüküyor ve AKP’nin oylarının aşağıya gittiği anlaşılıyor. Bu sorun kampanyalarda iyi işlenirse seçmen davranışı üzerinde muhalefet lehine ciddi olumlu sonuçlar alınabilir. 

İktidar da ekonomik sorunların seçim sonuçları üzerindeki hayati etkisinin farkında. Bu nedenle gelirler üzerinden hamleler yaparak seçim gününe ulaşmaya çalışıyor. Asgari ücreti, emekli maaşlarını artırıyor, emeklilik göstergelerini yükseltiyor, emeklilikte yaşa takılanlara emeklilik hakkı getiriyor, bayram ikramiyesini artıyor, döviz kurlarını sabit tutarak alım gücünün gerilemesini engellemeye çalışıyor vs. 

Burada yolsuzluğun önemsiz bir konu olduğu söylenmeye çalışılmıyor. Yolsuzluk ülkelerin kanseri. Toplumun kültürel dokusunu bozan hastalıkların başında geliyor, devletin işleyişini aksatıyor, devlete, siyasete, hukuka olan güveni azaltıyor. Bununla birlikte, seçim kampanyaları planlanırken seçmenlerin dikkatinin nerelerde yoğunlaştığının iyi anlaşılmış olması gerekiyor. Gıda fiyatlarının ve barınma maliyetlerinin aşırı yükselişte olduğu bir ülkede gününü kurtarmaya ve hayatta kalmaya çalışan milyonlarca seçmeni hedefleyen bir seçim kampanyasının odak noktasını ekonomik zorlukların geride bırakılacağına yönelik vaatler oluşturmalıdır.