Hatırlayan olacaktır: Yıllar önce İzmir Kitap Fuarına bir vesile ile konuşmacı olarak katıldığımda söze kitap fuarlarına karşı olduğumu söyleyerek başlamıştım. Başlamış ve karşı oluşumun gerekçelerini bir bir sıralamıştım. Çünkü, demiştim, kitap fuarları esas olarak yazarlarla okurları tanıştıran ama bundan da çok yayıncıların yeni yayınlarını tanıtmayı amaçlayan bir etkinlik olması gerekirken bugün o amacından çok uzakta, bir tür pazarlama ve satışın arenası haline gelmiştir. Tabiatıyla yazarlar, yayıncıların pazarlama etkinliklerinin birer parçası olmuşlardır. 

Yayıncıların daha fazla kitap satma ve kazanma talepleri anlaşılır bir şeydir, ancak o taleplerin başında yazarların kitaplarını pazarlama başarısı gelirse o zaman yapılanlara edebiyat demek -bence- mümkün değil. Yayıncı dediğimiz sağdan sola, yukarıdan aşağıya bir tüccardır sonuçta, dolayısıyla doyumunun para ile gerçekleşeceği bilinen bir gerçektir. Ama bir yazarın doyumu yalnızca çok satarak para kazanmak değildir, olmamalıdır. 

Peki ne olmalıdır?

Bence kitap fuarlarında yayıncılar yeni yayınlarını tanıtmalı, yazarlarla okurlar satış kaygısının ötesinde tanışıp söyleşmeli. Ben buna benzer bir etkinliğe yıllar önce Nürnberg’te, bir kültür merkezinde katıldım. Hazır bulunanlara (söyleşiye ücret vererek gelmişlerdi) henüz yazmakta olduğum bir metinden bir sayfa kadar okuduktan sonra sorularını yanıtladım, hepsi bu!

Salgın nedeniyle üç yıl ara verilen İstanbul Kitap Fuarından gelen haberler hem yayıncılar hem yazarlar açısından hiç de iç acıcı değildi. Ülke ekonomisinin dışa bağımlılığı orada da yüzünü göstermişti. Evet, kitap fiyatları pahalı. Pide kalınlığında üç beş forma bir kitap bile 50 lira ve üstündeydi. Dolayısıyla kitapseverler alıp okumak istedikleri kitaplar konusunda hayli seçici davranmak zorunda kalmışlardı. İşte tam bu noktada devreye ‘popülarite’ giriyordu. Yazılı ve görsel medyada yüzlerini sıklıkla gördüğümüz özellikle gazetecilerin kitapları, yazınsal bütün değer ve kaygıları silip süpürerek baş tacı ediliyordu. İsimleri medyada parlatılmış üç beş gazetecinin dışında kalanlar, kitap fuarlarının adeta garnitürleri olarak kenarda köşede üç beş dostuyla mutlu-mesut fotoğraf çektiriyordu. 

Bu hep böyle oldu dostlarım. Server Tanilli’nin yayınevi standında kendi başına kaldığı, buna karşın filanın gazetesinde sefil aşklarını yazan popüler bir kadın ‘yazar’ın önünde kuyrukların uzadığı kapalı toplanma alanlarına ‘kitap fuarı’ demek, gerçekten de abesle iştigaldir. 

Zaten okur olan okur, zaten ‘kitap fuarları’nı beklemez; okur, okur, okur…