Nobel ödüllü iktisatçı Robert Solow’un iktisat bilimine en önemli katkısı bir toplumun iktisadi büyümesinde teknoloji bazlı yeniliğin oynadığı rolü başarılı bir şekilde ortaya koymasıdır. Solow’a göre bir toplum teknoloji ve yeniliklerle tanıştıkça iktisaden büyür ve refahını artırabilir. Ekonominin gerçek manada büyümesini sağlayan anahtar güç teknoloji bazlı yeniliktir. Teknolojik yenilikler daha az emek girdisi ile daha fazla üretim yapabilmenin yolunu açar. Çalışanlar, üretim sürecinde daha az zamanda daha fazla üretim yapabilirler. Artan üretimin getirdiği zenginlik topluma paylaştırılabilir ve toplum refahı çok daha iyi bir noktaya gelebilir. Bunun en son örneği ABD’de 1990’larda başlayan enformasyon teknolojileri (IT) devrimiydi ve bu devrimin dünyadaki hemen hemen herkese bir şekilde faydası oldu.
Teknolojinin ekonomik büyümenin anahtarı olduğu gerçeğinin bilinmesi muhteşem bir olay. Teknoloji bazlı yenilikler yaparak ekonomik büyümeyi sağlamak, toplumun gelirlerini ve refahını artırabilmek mümkün. Bir zamanlar, bunu sadece zengin ülkelerin yapabileceği düşünülürdü. Fakat sonradan konu daha enteresan bir boyuta taşındı. Kore, Tayvan ve Çin gibi ülkeler de teknoloji bazlı yenilik modelini yakaladılar ve orta sınıflarını büyütebilmeyi başardılar. Yani teknoloji bazlı yenilikle büyüme modeli sadece gelişmiş ülkeler için değil, içinde Türkiye’nin de yer aldığı gelişmekte olan ülkeler açısından da geçerli bir model.
İyi ama, bu teknoloji bazlı yenilik denilen şey nasıl hayata geçirilecek? Bu sorunun yanıtı 1990’lı yılların başında Stanford Üniversitesinden Paul Romer’in Journal of Political Economy dergisinde yayınlanan makalesinde verildi. Romer’e göre, araştırmaya yönlendirilmiş insan kaynağı stokundaki ve araştırma sayısındaki artış teknoloji bazlı yeniliğin ve büyümenin yolunu açmakta. Uygarlık ve ekonomik büyüme araştırmaya yönlendirilen insan kaynağının artması ile mümkün olabilmiştir. Sanayi devrimi ile araştırmaya yönlendirilen insan kaynağında önemli bir artış başlamış ve bugün, insanlık tarihinde araştırmaya tahsis edilen insan kaynağının en yüksek olduğu bir noktaya gelinmiştir.
Bir ülke düşünün. Ekonomisinin lokomotifi inşaat olsun, yatırımları betona yapılsın. Ülkede yaşayanların büyük bir bölümünün gelirleri (memurlar, emekliler, işçiler) bir kişinin vereceği karara bağlı olsun. Faiz, döviz kuru, bütçe açığı ve cari açık ekonomi gündeminin yüzde doksanını işgal etsin ve de bu açıkları kapatmak için sürekli olarak dış ülkelerin kapısı çalınsın, ülkenin varlıkları pazarlansın. Bu, doğal olarak, bir büyüme modeli değildir.
Romer’in yaklaşımıyla bir ülkeye, topluma ya da bölgeye bakıldığında şu soruların sorulması gerekiyor. Burada araştırma ve geliştirme yapılıyor mu? Burası nasıl bir yetenek havuzuna sahip? Örneğin; bir ülkenin en yetenekli gençleri dış ülkelere göç ediyorsa, bu durum o ülkenin büyümesinin ciddi şekilde sıkıntılı bir yöne gittiğinin göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Romer, makalesinde teknolojik değişmenin piyasa ihtiyaçlarını izleyen ve bu şartlara göre güdülenen bireyler tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürer. Tabii bu durum, teknolojik gelişmeye katkısı olan herkesin piyasanın güdülemeleri tarafından motive edildiği anlamına gelmez. Devletin verdiği destekle araştırma yapan bir bilim insanı bu piyasa güdülemelerinden tamamen uzak kalmış olabilir. Bununla birlikte, akademik ortamda geliştirilen bilginin pratik bir değer kazanarak bir ürüne dönüştürülmesinde piyasa güdülemeleri yine önemli bir rol oynar. Örneğin; elektromanyetizma akademik kurumların çalışmaları sonucunda ortaya çıkan bir fiziksel kuvvettir. Bu kuvvetin keşfedilmesi sonraki aşamada özel firmalar tarafından kar amacıyla manyetik teyp ve video kaset kaydedicilerinin üretilmesinin yolunu açmıştır.
İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün (İYTE) Performansı
Ekonomik büyümeye Romer’in perspektifinden bakıldığında İYTE’nin İzmir için önemi çok açık. İYTE bu bölgede teknoloji bazlı yeniliklerin yapılabileceği araştırma gruplarını bir araya toplayan en önemli kurum. İYTE, 1956 yılında Ortadoğu Teknik Üniversite’sinin kurulmasından 36 yıl sonra 1992’de kurulan iki teknik üniversiteden biri. 1990’larda yaşanan bilişim teknolojileri devrimi ile Romer’in bu devrimi açıklayan makalesi dünyayı kasıp kavururken Gebze’de ve İzmir’de birer yüksek teknoloji enstitüsü kurulmuştu.
İzmir için hayati öneme sahip bu kurumun kuruluşundan bu yana geçen 30 yılı aşkın sürenin nasıl değerlendirildiği ve okulun nasıl bir performans gösterdiğini anlayabilmek önemli. Okulu biraz daha yakından tanımak için web sitesine girildiğinde, ya da tanıtım videoları izlendiğinde kurumun kendisine nasıl bir başarı skalası oluşturduğuna dair ipuçlarını görmek mümkün oluyor. Yurt sorunu olmayan üniversite olmak, TUBİTAK’ın açıkladığı Avrupa Birliği Projelerinden en fazla fon alan kurumlar sıralamasında 6. sırada olmak, deniz kenarında olmak, İngilizce eğitim vermek, Türkiye’deki araştırma üniversiteleri 2021 yılı performans sıralamasında 20 devlet üniversitesi arasında 4. sırada olmak gibi. Yine kendilerine ölçü olarak aldıkları bir başka performans göstergesi de Türkiye öğrenci memnuniyeti araştırması. Bu kritere göre İYTE 2022’de tüm kategorilerde A derecesi alarak, devlet üniversiteleri memnuniyet sıralamasında 2., devlet ve vakıf üniversiteleri genel memnuniyet sıralamasında üçüncü olmuş.
Web sitesinde birtakım uluslararası başarı ölçütlerine de yer veriliyor. Örneğin; okulun Green Metric dünya üniversiteler sıralamasında 2021 verileri ile 198. sırada olduğu bilgisi paylaşılıyor.
Diğer yandan, yükseköğretimin Oscar’ı olarak bilinen, Asya kıtasında yükseköğretim kurumları arasında olağanüstü liderlik ve kurumsal performansı takdir etmek amacı taşıyan, tanınmış uluslararası derecelendirme platformu Times Higher Education (THE) tarafından düzenlenen THE Awards Asia 2023’te İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün, “Yılın Liderlik ve Yönetim Ekibi” ve “Yılın Öğrencilere Yönelik Tanıtım Kampanyası” kategorilerinde finale kalmayı başardığı ve aynı düzenlemeye göre 2022’de Yılın Uluslararasılaşma Stratejisi ödülü kazandığı da belirtiliyor.
İYTE’nin web sitesinin yönlendirmesinin dışına çıkıp, THE tarafından düzenlenen daha kapsamlı bir değerlendirmeye bakıldığında ise İYTE’nin bir düşüş trendi içinde olduğu anlaşılıyor. THE’nın 104 ülkeden bin 799 üniversitenin yer aldığı Dünya Üniversiteleri sıralamasında İYTE bin 501’in gerisinde bir sırada gözüküyor. Üstelik, bu noktaya 2017’den itibaren 600-800 bandından her yıl biraz daha gerileyerek gelmiş.
Yine web sitesinin yönlendirmesinin dışına çıkıp, bir başka sıralama listesi olan QS World University Rankings 2024’e bakıldığında İYTE’nin yaklaşık bin 500 üniversite arasında bin 201-bin 400 aralığında kaldığı görülüyor. Burada da 2021 yılına göre bir gerileme gözlemleniyor
Bu gerilemeler muhtemelen Türkiye’deki üniversitelerde yaşanan olumsuz bir trendin bir parçası ama yine de İzmir İYTE’den çok şey bekliyor. Belki bu beklentileri karşılamak için atılması gereken ilk adım uluslararası sıralamalarda üst basamaklara tırmanmayı hedeflemek. Örneğin; 2025’te THE ve QS World University Rankings’de 1000’in altındaki bir sırada yer almak gibi.