Seçilmek ve yönetmek. Yönetirken değiştirmek, yönetirken değişmek…

Gerçekte bürokrasideki atamalarda da bu geçerli. Atanan kişi yönetecek, bir şeyler değiştirebilecek mi, yoksa yönetilecek mi? Bu yaklaşımı derneklere, partilere de yaymak olası.

Yadsınamayacak bir gerçek var, o da Türkiye’de en etkin görevlerden birisinin Büyükşehir Belediye Başkanlığı olduğudur. Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyükşehirlerin ekonomik gücü, etki alanı birçok bakanlıktan fazladır. Belediye başkanlarının seçilmeden önce bir planı, programı, hedefi mutlaka vardır, olmalıdır da. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer de birkaç saatlik zaman diliminde, tanık olduğum değişik sorulara yanıt verdi, hedeflerini anlattı. İZ’de bunları izliyorsunuz. Kendisine başarılar dilerken, birkaç konuda yaklaşımını değerlendireceğim.

Birincisi, Soyer, koltuğun bazen insanı bozduğu, apartman yöneticisinin koltuğunun bile insanı bazen bozduğunu söylüyor. Tabii ki doğru. Genelde herkes pohpohlanmaktan hoşlanır. Ama abartılı hitaplar sonunda, kişi şak-şakları tamamen gerçek ve kendi yeteneği olduğunu, hatta bunun genlerinden geldiğini düşünürse, ayakları yerden kesilir. Sonra “başkanım, başkanım“ diye diye kendisini olmadık bir yere götürürler.

Bu sözlerim belediye başkanlarına, genel sekreterlere, yardımcılarına, daire başkanlarına, müdürlere, şirket yöneticilerine… Kimse kendini “Bekçi Murtaza” durumuna sokmasın. Gelenler hizmet için geliyorlar ve hizmet sonuna kadar kendilerine verilen görevi aksatmadan, ideallerinden ayrılmadan, bozulmadan çalışmak, üretmek durumundadırlar.

Soyer’in ifadelerini böyle anlıyorum. Zaten kendisi de ilçe belediye başkanları için “Bozulmayanlar ile yola devam edeceğiz” diyor.

İkincisi, İzmir’de yaşayan 4,5 milyon insana dokunmak. Burada arka mahallelerde oturan insanlar önemli. Dokunmaktan anlatılmak istenen sadece “ne kadar daha fazla yol yapacağım, ne kadar da metro hattı yapacağım” değil elbet.

Bu işin fiziksel altyapı kısmı, kentsel yaşamda asgari yaşam konforu değil, olmazsa olmaz hizmetlerinden bir tanesi. Ancak İzmir’in merkez dışı mahallelerinde ve ilçelerin merkez dışındaki köylerinde -şimdi mahalle olarak kabul ediliyor- yaşanan bir sorun. Su, kanalizasyon başta olmak üzere asfalt yol, belediye otobüsünün kısa aralıklarla ulaşımı. Yoğun yerleşimlere de metro hattının yapımı. Bunlar çok kısa sürede tamamlanacak iş değil, fakat programlanması yani sıralandırılması (takvimlendirilmesi) önemli.

Dört buçuk milyon insana dokunmak için sadece yol, metro yapmak yetmez dedik. Bir diğeri de vatandaşla sosyal ilişki kurabilmek ve ona göre proje yapabilmek.

Tunç Soyer bunu ‘siyaset insanı değiştirme sanatıdır, bunu vatandaşla empati yaparak, kolektif akılla öğretilecek çözümler bulabiliriz’ düşüncesinde.

Yakınlarda uygulamaya geçen “Hoş Geldin Bebek” projesinin temelinde, çocuk kişiliğinin doğumundan 3 yaşına kadar öğrendikleri ile oluştuğu bilimselliği yer alıyor. Hoş Geldin Bebek projesi içinde yer alan masal kitapları değişik aylarda çocuğa okunacak masalları kapsıyor. Sanırım İzmirli olma bilinci bebeklikten başlayacak.

Masal Evlerini tüm İzmir’e yaymak istediğini söyleyen Soyer, Finlandiya modelini oradan gelen uzmanlarla çalıştıklarını dile getirirken, Akdeniz Eğitim Projesi ile 4 farklı dilde kurs açacaklarını da vurguladı.

Özetle yeni doğan bebekten yaşını almış herkese kadar İzmir’de yaşayanlara dokunmak isteyen Soyer şöyle diyor: Tüm işlerin hepsini birada yapacağız…

Ne diyelim, “Tunç Soyer’e kolay gelsin” mi diyelim?

Sanırım, “İzmir için bir şey düşünüyor ve gönüllü olarak katkıda bulunmak isteyenler için, adres orada. Size de kolay gelsin” demek daha uygun olacak, eğer özgürce katılırsanız.