“… Ben Ruhi Bey, nasıl olan Ruhi Bey / Nasılım / Bir yaz ikindisinden çıktım geldim/ Diyelim bir Pazartesiydi, biraz da şöyle geldim / Kapıyı iyice kapadım /- Kapadım mı, evet, kapadım- / Çitlenbik ağacının altından geçtim / Frenk üzümlerinden bir iki salkım kopardım / Dişlerimle sıyırdım / Sardunya renginde ve sardunya tadında idiler / Biri fotoğrafımı çekiyorkenki gibi durdum / azıcık gülümsedim / Ve dünya bana gülümsedi/ Çakılların üstünden yürüdüm / Yürüdüm ki, bir sese benziyordum sanki / Yüzyıllarca önce kırılmış bir kemik sesi / İyice duydum / Çıkarken bahçe kapısını açık bıraktım…” İşte böyle bir yaz ikindisinde vurur Edip Cansever dizeleriyle kalbinizden, Ruhi Bey’le, Masayla, kenarından kan damlayan mendiliyle, Yerçekimli Karanfiliyle.                                                                                     “Masa da masaymış ha!” demeden Edip Cansever’i anmak olmaz. Onu anlamak için ilk önce o masaya oturmak lazım. Onun dizelerini içinize akıtmak, masanın kendisi olmak lazım.  “Adam yaşama sevinci içinde / Masaya anahtarlarını koydu / Bakır kâseye çiçekleri koydu / Sütünü yumurtasını koydu / Pencereden gelen ışığı koydu/ Bisiklet sesini çıkrık sesini / Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu / Adam masaya / Aklında olup bitenleri koydu / Ne yapmak istiyordu hayatta / İşte onu koydu / Kimi seviyordu kimi sevmiyordu / Adam masaya onları da koydu / Üç kere üç dokuz ederdi / Adam koydu masaya dokuzu / Pencere yanındaydı gökyüzü yanında / Uzandı masaya sonsuzu koydu / Bir bira içmek istiyordu kaç gündür / Masaya biranın dökülüşünü koydu /  Tokluğunu açlığını koydu / Masa da masaymış ha / Bana mısın demedi bu kadar yüke / Bir iki sallandı durdu / Adam ha babam koyuyordu.” Bir de kanayan mendil meselesi var. Es geçmek olmaz, bu topraklar kokan “Mendilimde Kan Sesleri”ni. “…Bilmezlikten gelme Ahmet Abi / Umudu dürt / Umutsuzluğu yatıştır / Diyeceğim şu ki / Yok olan bir şeylere benzerdi o zamanlar trenler / Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi / Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse / Çocuklar, kadınlar, erkekler / Trenler tıklım tıklım / Trenler cepheye giden trenler gibi / İşçiler / Almanya yolcusu işçiler / Kadınlar / Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi / Ellerinde bavullar, fileler / Kolonyalar, su şişeleri, paketler / Onlar ki, hepsi / Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler / Ah güzel, Ahmet Abim benim / Gördün mü bak / Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar / Ve dağılmış pazar yerlerine memleket / Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile / Gelse de / Öyle sürekli değil / Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün / O kadar çabuk / O kadar kısa / İşte o kadar. / Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar / D değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar / Mendilimde kan sesleri.” Edip Cansever’i bazen ruhlar geç duyar. Zamanlar eskidir, ayrıntılarda kaybolanlar, dizeleri eskitirler, ruhlar pörsür, şiir hep orada durur, Edip Cansever bir sigara yakar, sigarada sigaradır hani, şiiri ortaya koyar, şiir de şiirdir, kıratında adam arar, sigaranın dumanında hayatlar gelir geçer, yolu şiirle kesişenler, bir tutam ödünç alır, hayatlarına katanlar bahtiyar, uzakta hüzünlü bir caz parçası çalar, mavi dumanlı, ortada şiir, şiir de şiirdir hani, Edip Cansever bunu bilir. “Gökyüzü gibi şu çocukluk / hiç bir yere gitmiyor” deyince çocukluğunu kaybedenlerin bir kez olsun başlarını kaldırıp gökyüzüne bakmadıklarını anlarız. Biz çocukluğunu nerede bıraktığını bilemeyenler, başımızı kaldırıp bir an maviye bakarız kaçamak. Kaybımızı yakalamak için değil, günlerden Edip Cansever olduğu için. Ölüm yıldönümünde, 28 Mayıs’ta şiirinden bir tutam ödünç alıyoruz. Tadımlık olsun, hasarlı ruhlara iyi gelsin diye. Şairin dediği gibi “Ne gelir elimizden insan olmaktan başka”.