2002 3 Kasım seçimleri öncesi gelecek 19 yılda güzel ülkemizi yönetecek kadrolar iktidara gelmeden önce herkesin özlemle aradığı demokrasiyi amaç değil araç olarak görmüşlerdi. Ekonominin gidişatını da özetleyen “Bir yüzüğümden başka bir şeyim yok, tek servetim yüzüğüm” ve “Bir gün duyarsanız Tayyip Erdoğan zengin olmuş, bilin ki haram yemiştir” diyen düşünce, bugün ülkede demokrasiden eser bırakmamış, tüyü bitmemiş yetim hakkı yiyen saray çevresi, siyasiler ve vatandaşın çeteler dediği müteahhit grupları, üç-beş maaş alan yönetim kurulu üyelikleri yaratmış, gelecekte onarılması zor bir enkaz bırakmıştır.

2002 yılı milat değil, 1994 yılında Refah Partili İstanbul ve Ankara başta olmak üzere, “Çalıyor ama çalışıyor” mantığı ile başlayan, akbil yolsuzluğu ile devam eden, sonrasında bu davalar Rahşan Affı ile tarihe karıştırılan, o dönemde bu yolsuzlukları geçiştiren hakimler bugün yargının üst düzeylerinde değerlendirilerek mükafatlarını alarak diyetleri ödenmiştir.

2002 sonrası terör sıfır düzeyine inmiş, cumhuriyet değerleri tüm fabrikalarımız satılmamış ve üretmeye devam ediyor, merkez bankasında rezervimiz var, yönetim şeklimiz parlamenter sistem, 19 yıl önce bir asgari ücret ile gramı 22 liradan 14,4 çeyrek altının alındığı, eğitimin bugünden çok daha kaliteli olduğu, kurulan üniversitelere kadrolarında bulunduğu, sıfır sorun ve Suriyeli Esad ile yatlarda tatillerin yapıldığı, yerli tohumun, tütün ekiminin yasak olmadığı, çiftçinin bugünden daha fazla yüzünün güldüğü, ülkeyi yönetenleri eleştirenlerin hapse atılmadığı, 2005 yılında Avrupa Birliği’ne katılım için müzakerelere başlanıldığı, katılım görüşmeleri fasıl fasıl sonuçlandığı, bir dönemin ardından 2006 yılı sonrasında hissedilmeye başlanılan hükümet ve Fetö terör örgütü işbirliği ile yani hükümette bakanların terör örgütü başı Fetullah Gülen’i hoca efendimiz diyerek her platformda savunduğu “Bitsin bu hasret” diyerek ülkeye çağrıldığı dönemden sonra her şey birden çürümeye ve bozulmaya başladı. Ülkemiz tepeden tırnağa, yargısından, medyasından, ordusundan, genel kolluğundan, eğitimden sağlığa, iş dünyasından sendikasına kadar cemaat-hükümet iş birliği etkisi altına girdi. 2006 yılından itibaren ortaklık bozulana kadar altı yıl, bozulduktan sonra da yedi yıl yaşatılacak en kötü durumlar yaşatıldı, güzel ülkemize ve güzel ülkemizin değerli vatandaşlarına…

Güzel ülkemize yazık etme işi, Temmuz 2007’de İstanbul Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan silahlar, mermiler üzerinden Ergenekon- Askeri casusluk operasyonları ile devam etti. Aralarında emekli ve muvazzaf general ve subayların, siyasetçilerin ve gazetecilerin yer aldığı yüzlerce kişi bu operasyon kapsamında tutuklandı. Bu operasyonun gerekçesi “Hükümete karşı darbe girişimi hazırlığı yapmak” olarak iddia edilmişti. Bu da bir AKP-Fetö işbirliği veya AKP’nin Fetö tarafından kandırıldığı diyelim, ordumuzun yüzlerce askeri haksız yere 4-5 yıl cezaevlerinde kaldılar, terfi ettirilmeyerek tasfiye edildiler ve sonrasında yaşatılanlardan dolayı özür bile dilemediler. Çünkü hepsi suçsuz bulundu ve berat ettiler

AKP'nin Cemaat ile yaşadığı kavga tam olarak 7 Şubat 2012 tarihli MİT kriziyle başladı. Hakan Fidan'ın ifade vermeye çağrıldığı gündü. Arkasından okullar dershaneler kavgası derken 17-25 Aralık operasyonları ile AKP-cemaat çekişmesinin zararını hep ülkemizin vatandaşları gördü. Bugün saraya koşulsuz destek veren MHP, kendi müzesinde 17-25 Aralık yolsuzluk ve hırsızlıkları içeren kitapları sergilemeye devam etmektedir. 15 Temmuz 2016 ise güzel ülkemize ve halkımıza yaşatılanların en acısıydı. Yüzlerce masum vatandaşımız öldü, yaralandı. Ne hikmetse ordusuna darbe yapılan bir Genelkurmay Başkanı bugün savunma bakanlığı yapıyor. Gelelim 20 Temmuz’a, OHAL ile birlikte yapılan hukuki düzenlemeler tek adam yönetiminin önünü açtı. Dünyada benzeri olmayan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, atanmış bakanlar ile bugün yönetilemeyen ülke konumuna geldik.

Ekonomide ise; AKP’den önceki 80 yılda yaratılan tüm değerler bir bir satıldı. Ülkemizin kurulduğu 1923 yılından 2002 yılına kadar yaklaşık 80 yılda tüm iktidarlar 780 milyar harcama yaparken AKP, 19 yılda 4,5 trilyon doları eritti, eritmekle kalmayıp yaklaşık 450 milyar dolar dış borç yaptı. Oysa iktidara geldiğinde dış borcumuz 129 milyar dolardı. Övünerek yaptığı iddia edilen otoyollar, köprüler, havaalanları, şehir hastaneleri gibi projelerin bedellerini ise güzel ülkemin gelecek nesillerine borç olarak bıraktılar. Halkımızın durumu nasıl diyecek olursak, yazımızın başında bahsetmiştik, 2002 yılında bir asgari ücretle alınan 14,4 çeyrek altın, bugün 6 çeyrek altına düşmüş durumda.

Netice olarak, hep birlikte 2002 yılı öncesini yani AKP öncesini arar olduk.