“…eğitim sistemimiz 1930’lardan beri ezber bilgiye dayanıyor. Halide Edip, Handan’ı hangi yılda yazdı? Yazar hangi tarihlerde doğdu ve öldü? Bunlar yerine o eserlerin özü üzerine tartışılsa… Birçok insan okuldan edebiyat derslerinden buz gibi soğuyarak ayrılıyor ne yazık ki. Bunu değişik dönemlerde tanışma fırsatım olan 3-4 Milli Eğitim Bakanına anlatmaya çalıştım. Anlayışla karşıladılar, hep ‘Aaa çok doğru!’ dediler ama hiçbir şey yapılamadı, aynı sistem devam ediyor. O vakit, edebiyat kitleye açılamıyor. Bu çemberin kırılabilmesi için bütün kültürel ortamın yeni baştan belirlenmesi gerekiyor. Bireysel çabalar hiçbir şeye yaramıyor. Hürriyet Gazetesi’nde her hafta kitap tanıtımları yazıyorum, hiç faydası yok. 5 kişiye, size, ona, kendime oluyor ama o kadar. Sevdiğim bir kitabı paylaşabildiğim için mutlu oluyorum, teselli ediyor.”

Yukarı aldığım sözler, yazdıklarını her zaman büyük ilgi ve hayranlıkla okuduğum usta yazar Selim İleri’ye ait. Kendisiyle yapılan bir röportajdan kesip aldım. Söylediklerine muhalif olduğumdan değil, katıldığım için… 

Burada, İz Gazete’de bir yıla yaklaşan süredir hemen her hafta edebiyata dair yazdım. Okuduğum kitaplardan aldığım tatları sizlerle, yani zahmet edip okuyanlarla paylaştım. Bir yararı oldu mu? Eh işte, Selim İleri’nin dediği gibi, üçü beşi geçmez. Yani okuduktan sonra tepki veren, beğendiğini ya da beğenmediğini söyleyen sayısı üçü beşi geçmez. Hadi daha ileri gideyim: Herkes o kadar meşgul ki, okumaya zamanları kalmıyor, arada kaynayıp gidiyor. Kim bilir, belki de şöyle bir bakıp okumuş gibi yapıyor. Sorarsanız, zaten benim hangi konularda yazıp çizdiğimi bildiklerini, çünkü beni bilmem kaç yıldır tanıdıklarını söyleyeceklerdir.

Hiç kuşkusuz edebiyat kitlesel bir ilgi ve etkinlik alanı değil. Yüzbinler, milyonlar edebiyatla yatıp kalkmıyorlar. Kişisel tabanda söyleyecek olursak hayatlarımızın dar kenarında olduğunu rahatlıkla iddia edebiliriz. Şu ya da bu meslekteniz ama sözgelimi birkaç şairin şiirlerinden hoşlanıyor, birkaç ressam tanıyor, arada bir tiyatroya gidiyoruzdur. Konuya bu açıdan bakınca gazete ve dergilerde edebiyat üzerine bir şeyler yazanların “çok okunma” gibi bir arzuları olmaması gerekir sanıyorum. Öyle ya, binlerce insanın, salı gününün gelmesini ve yazdıklarımı okumak için yanıp tutuştuğunu söylemem çok saçma olur. Hele siyasetin bu kadar öne çıktığı şu günlerde…

Mah-ı cemallerini hemen her akşam TV’lerde gördüğümüz “araştırmacı-gazeteci”lerin peş peşe yayımlanan ‘kitap’larını alıp okumak, “okumak”tan sayılıyorsa, işimiz gerçekten çok zor demektir. Zaten bizim önce ve önce kitap ile kitap şekline sokulmuş, matbaa mürekkebi bulaşmış nesneleri birbirinden ayırmamız gerekiyor.