Ten fanidir can ölmez

Çün gitti geri gelmez

Ölür ise ten ölür

Canlar ölesi değil”

(Yunus Emre)

Bir sene geçmiş aradan.

"Hocamdan şimdi mesaj gelir" diye hala telefonuma bakıyorum.

Şadan Gökovalı'nın hem öğrencisi hem de onunla birlikte çalışabilme mutluluğuna erişmiş, kendi kuşağımın şanslı gazetecilerindenim.

Ne mutlu ki, son ana kadar öğretmenimden her gün yeni bir şeyler öğrendim.

Dağarcığımı onun engin bilgi, deneyim ve görgü denizinden alabildiğince doldurmaya çalıştım.

Anadolu'nun son bilgesi Şadan Gökovalı'yı bütün yönleriyle anlatabilmek haddime değil. Ben onun öğrencisi, takipçisi olarak sadece ustama olan saygımı dile getirebilirim bu satırlarda.

İnsanı, doğayı, yaşamı sevmenin ustasıydı Gökovalı.

Aşk insanıydı. Yazılarını aşkla yazardı, sevdiği zaman aşkla severdi, kızdığı zaman aşkla kızardı.

Kelimelerin, söylencelerin efendisi, bizlerin deyimiyle hocaların hocasıydı.

9 Eylül Gazetesi'nde birlikte geçirdiğimiz 5 yıl boyunca kendisinden çok şey öğrendik. Çok iyi bir gözlemciydi. Hem yazarımız hem de en iyi okuyucumuzdu. Sabah en geç 9.30'da mesajı gelirdi. Heyecanla açar okurdum.

Önemli hatalarımızı bile o güzelim kibarlığıyla incitmeden hatırlatır, sevecen bir öğretmen olarak yol gösterirdi. Küçücük bir başarıya imza attığımızda ise yere göğe sığdıramaz, hepimizin yüzünü güldürür, işimizi, mesleğimizi daha da sevmemizi sağlardı.

Gazetemize geldiğinde yanındaki heybesinden kitaplar çıkartır, tüm çalışanlara imzalayarak dağıtırdı. Sosyal medyayı gayet güzel kullanmasına rağmen yazılarını ısrarla son güne kadar daktilo ederek gönderdi. Çoğu zaman daktiloyla yazdığı yazısının fotoğrafını çekip WhatsApp'tan atardı bana.

Yazı sanatının da ustasıydı, şiirin de efsanelerin de.

Mitolojiyi şiir tadında düz metinlerle sevdirdi hepimize.

Aristonikos Ayaklanması ile dünyanın ilk sosyalist devrim girişiminin bu topraklarda (Bergama) yapıldığını anlattı. Ay Işığı Tanrıçası Selene ile Endymion'un ölümsüz aşkını onun yazılarından öğrendik.

Sanmayın ki bilgisi sadece söylencelerle, Anadolu efsaneleriyle kısıtlıydı.

Ahi Evran'dan, uzay bilimlerine, Beyruni'den Yunus Emre'ye, felsefeye, inanca, tarihe, arkeolojiye, çevreye, doğa bilime kadar pek çok alanda derinlemesine bilgi sahibiydi.

Kendisine, "hocam bu kadar çok meseleyi bu kadar kısa cümlelere nasıl sığdırıyorsun" diye sorduğumda, bunun bir biçem (üslup) olduğunu, eskilerin buna “sehl-i mümteni” (basitmiş gibi görünmekle birlikte bulunup söylenmesi zor) dediklerini anlatıp, ipuçlarını da vermişti.

Bir yazısının başlığı Polygot (poliglot) idi.

"Türkçe Sözlük'te yoktur bu evrensel terim" demişti.

Kısaca: “Çok dil bilen”, “çok dilde yazılmış şeyleri içine alan” anlamını taşıyormuş.

Ben de kendisine takılmıştım.

"Siz bizim Polygot'umuzsunuz" diye.

Öyle ya Şadan Hocam gönül dilinden anlıyordu, aşkın dilinden, çiçeklerin, ağaçların kuşların dilinden. Gazeteciliğin dilini ezbere biliyordu, şairlerin dilini de öyle.

Adının Konak'ta bir sokağa verilmesi kendisini son derece mesut etmişti.

Duygularını 18 Ocak 2020 yılında yazdığı yazısında şöyle dile getirmişti:

"Kim ne derse desin, övgü, teşvik ve ödüller, insanın yaşama sevincine ve yaratma gücüne destek olur. Telif, derleme ve vefa amaçlı olarak, imza attığım kitap sayısı, Konak'ta yaşadığım yılların sayısından eksik değildir. Muğla'daki onurlandırılmalara da hep kendim Konak'ta yaşarken nail oldum. 2020 yılı itibariyle 81 yaşımda ve 61 yıldır bu muhteşem Konak'ta otur(m)uyor, çalışıyorum. Öyle ki; adımın verildiği sokağın şimdi kocaman erişkinler olmuş çocukları:

-Biz, Şadan Hoca'nın daktilo sesleriyle büyüdük, derler.

Beynim parmaklarıma hükmettiği sürece bu eylemim sürecek.

Ne zaman bir yaşamak düşünsem; İzmir ve Muğla'daki vefalı insanlar gelir hatırıma ve dua ederim: “Sebep olanlardan Allah razı olsun!..”

Yazısını da şu sözlerle bitirmişti;

“GELE BİR DEVİR Kİ; BU ŞADAN'I YAD EYLEYELER!”

Geçen sene ardından yazdığım yazıyla bitireceğim yazımı.

Ne demişti Balıkçı senin için hocam,

“...Ölsem, ölüm bana galebe çalmamış olacak. Çünkü Şadan var…”

Ölüm sana da galebe çalamadı hocam.

Ardında bıraktığın onlarca kitap, yüzlerce eser ve binlerce öğrencin var.

Seni çok seviyoruz, çok özlüyoruz.

Senin Balıkçı'ya seslendiğin gibi sesleniyoruz biz de sana;

- MERHABA ŞADAN GÖKOVALI MERHABA…