Geçtiğimiz günlerde 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutladık.

Rivayet ederler ki, Mustafa Kemal 30 Ağustos zaferinden sonra komuta çadırı sökülürken, kitaplarının zarar görmeden Ankara’ya ulaştırılmasını ister. Bir süre sonra bakar ki kitaplar bir köşede öylece duruyor. Nedenini sorduğunda askerler, kitapları koyacak sandık bulamadıklarını bildirirler. Bunun üzerine muzaffer kumandan kurşunların durduğu bir sandığı boşaltır. Kitapların bu sandığa yerleştirilmesini ister ve der ki: “Bundan sonra savaşımızı bunlarla yapacağız.”

Önümüzdeki hafta önemli bir günü daha, İzmir’in işgalden kurtuluşunu kutlayacağız. Her 9 Eylül’de İzmir’de gözle görülür bir coşku, belirgin bir sevinç yaşanır. Tutsak edilmiş bir kentin onurunu yeniden kazanması, bedenini, aklını ve kalbini özgürlüğün temiz rüzgarıyla yıkaması elbette kutlanacak ve hem de kutlanmalıdır.

İzmir’in en önemli üniversitelerinden birine, bu kutlu günün anısına “Dokuz Eylül” adının verilmesi, işte bu nedenle rastlantı değildir.

Üniversite “evren” ve “kent” sözcüklerinin yan yana gelmesiyle oluşmuş bir sözcük. Neden? Çünkü burada üretilen her değer, coğrafyaya, dine, dile, ırka ve benzeri ayrımlara bakılmaksızın, dünyanın her yerinde geçerlidir de ondan.

Üniversiteler toplumun aklıdır, aydınlatıcı ışığıdır.

Dokuz Eylül Üniversitesi’nin en önemli fakültelerinden biri olan Güzel Sanatlar Fakültesi’nin kuruluşu 1975 yılına kadar gidiyor. Neredeyse benzeri olmayan, bütüncül bir sanat eğitimi felsefesiyle kendinden sonra kurulan güzel sanatlar fakültelerine model oluşturmuş köklü bir kurum. Eğitim verdiği onlarca yılda çok değerli mezunlar yetiştirmiş; eğitim anlayışıyla, felsefesiyle, akademik kadrosuyla toplumun yüz akı, gözbebeği olmuş bir okul.

Şu sıralar bu fakültede bir alt üst oluş yaşanıyor. Depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle koca fakülte sanat eğitimi için hiç uygun olmayan bir binaya taşınmaya zorlanıyor.

Karar alıcılar akademisyenlerin, öğrencilerin, profesyonellerin, meslek örgütlerinin ve diğer paydaşların itirazlarını, önerilerini görmezden gelerek konuyu oldu bittiye getirmeye, bu önemli fakülteyi, rektörlük binası olarak tasarlanmış, sanat eğitiminde hiçbir işe yaramayacak bir binaya taşımaya çalışıyor.

Neredeyse günün yirmi dört saati mesleki becerilerini geliştirmeye çalışan sanatçı adayları için küçücük bir stüdyonun bile önemini anlatmam bu satırların olanakları dahilinde imkansız. Bu nedenle sanat eğitimi yapan kurumların yapıları dersliklerden çalışma stüdyolarına, atölyelerden sahne binalarına kadar çok dikkatli ve özenli bir tasarımla yapılır, yapılması beklenir.

Mevcut olanaklarının geliştirilmesi beklenirken, sanat eğitimine hiç uygun olmayan bir yapıya taşınmaya zorlanan Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin yanında durmalıyız.

Üniversite yöneticilerinin bu yanlıştan en kısa sürede dönmeleri gerekmektedir. Bir yapının depreme dayanıklı olmaması yaşamsal önemde bir sorundur bu doğru ama öte yandan sorunların “ben bilirim” anlayışıyla değil, uzlaşarak çözümlenmesi en doğru yoldur.

Evet, üniversiteler bir toplumun aklıdır, ışığıdır. Ama sanat eğitimi yapan kurumlar da hem üniversitenin hem de o toplumun kalbidir, aydınlığıdır.

Önümüzdeki hafta 9 Eylül’ü kutlayacağız. Tutsak edilmiş bir kentin bedenini, aklını ve kalbini özgürleştirdiği bir günü yeniden anacağız.

Gelin dostlar, 9 Eylül’e bir de bu açıdan bakalım. Özgürlüğün yalnız askeri başarılarla değil, bilimle, sanatla, felsefeyle ve vicdanla kalıcı olabileceğini görelim.

Kitapları kurşunlara tercih eden Mustafa Kemal elbette bunun bilincindeydi.

Ya biz?