Köylüler birlik oldu

Paşaya karşı durdu

Gavur İmam vurdukça Osmanlı kaçar oldu

Bir Kıbrıs türküsü olan Dolama Dolamayı’nın sözleri bunlar. Kıbrıs’ı ağır vergiye bağlayan Osmanlı’ya karşı Kıbrıslıların isyanını anlatır. Senem Diyici’den duymuştum ilk. Sonra Bandista da kendi tarzında söyledi. Ama Senem Diyici’nin çalışı söyleyişii gibisi yok.

8 Mart eki yaptık bugün. 8 Mart’ın tarihçesini ben yazdım. Yazarken de boyna Dolama Dolamayı dinledim. Şarkı bittikçe gene dinledim.

Kadınların mücadele tarihine baktıkça içim açıldı. Tırnaklarıyla kaza kaza, bağıra bağıra, öle öle yazılan bir tarih.

Karanfil dağıtılan bir tarih değil ama bu. (Ay nolur bize 8 Mart’larda karanfil falan vermeyin, hiç hoşumuza gitmiyo. Yani benim tanıdığım çoğu kadının hoşuna gitmiyo)

Kadınların kendilerine 8 Mart gibi bir gün belirleyip bunu mücadele günü yapmasının çok nedeni var. Bırakın da böyle bir gün olsun. Zira kadınlar başından beri benim araştırdığıma göre 1880’lü yılların başından beri mücadele veriyor.

İzmir muhtemelen Türkiye’deki ilk kadın eylemine şahitlik ediyor örneğin. APİKAM’da araştırma yaparken İzmir’in 1800’lü yıllardaki toplumsal dinamiklerine baktım. Şehir enternasyonel. Her milletten insan var ve bunlar kapitülasyonlarla şehrin ekonomisini bitirmiş. Buğday fiyatları öyle artmış ki, insanlar yiyecek ekmek bulamıyor. Ekmek fiyatlarına yapılan zamlar kadınları isyan ettiriyor. Kadınlar çocuklarını alıp Namazgah, Tilkilik, Kadifekale ve Damlacık’ta 3 gün süren eylem yapıyorlar. Sonunda da İzmir Valisi Hasan Paşa ekmek zammını geri çekiyor. Bu döneme ait APİKAM’da bulduğum bir kitapta şu sözleri okudum; “Biz hiçbir zaman demiyoruz ki şimdiki fiyatın yarısına ekmek yiyelim, böyle bir şey düşünmüyoruz. Denilirse, bütün fukara-yı millet bağırıyoruz.”

Daha sonra, Amerika’da kadınlar hep sokakta. 1850’li yıllar. Kadın, kadın olduğu için çok daha düşük ücretle, çok daha fazla saatlerde çalıştırılıyor. Kadınlarla beraber çocuklar da düşük ücretler ve fazla mesailerle çalıştırılıyor. Kadınlar da sonunda dayanamayıp sokakları zapt ediyorlar. Büyük grevler, direnişler yaşanıyor. Çoğunuz duymuşsunuzdur, 1857’de 129 kadın fabrikada grevde iken patronların kapıları kilitlemesi nedeniyle yanarak can veriyor. Bazıları da pencerelerden atlıyor. Fakat yapılan son araştırmalara göre, o yıllarda New York’ta bu çapta büyük bir yangın olmadı. Yangın olmadı, kadınlar orada ölmedi diye de mücadeleyi yok sayacak değiliz.

Misal, Clara Zetkin anamız. Hem II. Enternasyonel’in kurulduğu Uluslararası İşçiler Kongresi’nde hem de II. Uluslararası Sosyalist Kadın Konferansı’nda ‘yeter artık’ diyor. Zetkin, kadınlara oy hakkı, 12 yaşından küçük çocukların çalıştırılmaması, sosyal haklar, 8 saatlik çalışma süresi, 8 haftalık doğum izni, süt izni talep ediyor. Bir de diyor ki; biz bu mücadeleyi hatırlayacağımız, büyüteceğimiz bir gün belirleyelim. Her yılın bir günü kadınların hakları ile ilgili uluslararası dayanışma ve mücadele günü olsun. Zetkin’in çağrısı 1911 yılında 1 milyon kadının sokağa çıkmasıyla karşılık buluyor.

Gördünüz mü neymiş; karanfil vermekle olmuyormuş. Nerden çıkardınız ki çiçek vermeyi. Hem biz size demiyor muyuz; Kadın kadındır, çiçek babandır.

Günümüze gelelim. Misal bir İstanbul Sözleşmesi var. Kadınların haklarını korumak için uygulanması gereken bir sözleşme. Biz bu sözleşmeyi kabul ettik ama uygulamıyoruz. Uygulamadığımız için de, herifin teki gelip bir kadını öldürüp, ‘şöyle öldürürsem az ceza alırım, bir de takım elbise çekerim efendi görünürüm. Ne de olsa ya benimsin ya topraan’ der.

İstanbul Sözleşmesi uygulanmıyor ama bu ülkede öyle sağlam kadınlar var ki, o katillerin yakalarına yapışıp, duruşmalara müdahil olup hakkı aranmayan genç yaşta ölüp giden kadınların katillerini müebbetle cezalandırılmasını sağlıyor. Yoksa zengin bir herif gelip, öldürdüğü kızın ardından abuk sabuk laflar edip temize çıkacağını sanır.

İnatçı kadınlar iyi ki var.

1800’lerden şu güne kadar da ‘ekmek ve gül’ için, yaşamak için mücadele eden kadınlara selam olsun.

Bir de, canım babam doğum günün kutlu olsun. Seni çok seviyorum.