Dışarıda felaket bir yağmur vardı. İmperteks yağmurluklu mühendis bey hızla içeri girdi, tezgâhtaki yemeklere şöyle bir baktıktan sonra kolunu önündeki can siperliğin üstünden uzatarak görünüşünü beğendiği bir yemek tepsisi işaret etti. Yemeklerin üstüne yağmurluğundan su damlıyordu. Babam, mühendis beyin kolunu tutup geriye itti: “Dikkat edin, camı kıracaksınız” dedi. Mühendis Bey besbelli böyle bir muameleye alışık değildi: “Kırılırsa kırılsa be usta” diye çıkıştı, “Öderiz icabında.” Babam hazırcevaplığıyla bilinen biriydi: “Camı ödersiniz ama ya yaptığınız kabalığa ne diyeceğiz?” dedi. O an yağmur durdu, her yer buz kesti. 

Size elli yıl önceki bu anımı neden anlattım? Şundan: Geçen sene mi ne, 14 Şubat Öykü Günleri kapsamında İzmir’in bir ilçesindeki anma toplantısına katıldım. Hava öyle soğuktu ki, Evliya Çelebi’nin Erzurum’u anlatırken abarttığı gibi, “Kedinin biri damdan dama atlarken havada donup kalıyordu.”

Küçük bir meydan… Küçük bir sahne kurulmuş. Birkaç masa birleştirilmiş… Günün “mana ve önemi hakkında” konuşulacak. Ben de bir kadın yazar arkadaşımla birlikte konuşmacıyım; orada o nedenle bulunuyorum. Ancak, bizden önce başkaları da var. Onlar da öykü sanatı üzerine filan konuşacaklar, öyle ya, biz de dinleyeceğiz. Zaten ora halkının bizi iplediği filan yok. Meydanın karşısındaki kahvelerde oturmuş prafa oynuyorlar. 

Adını yenilerde duyduğum genç bir gazeteci (sonradan öğrendim, kitapları da varmış) konuşuyor. Ben de o Allah’ın soğuğunda emekli bir öğretmen arkadaşımla tir tir titreyerek onu dinliyorum. Benim ya da bizim gibi dinleyenlerden biri de oraya birlikte geldiği genç bir kadın. Eşi ya da sevgilisi; bilmiyordum. Neyse, o konuştu, biz dinledik. Konuşması biter bitmez yerinden kalktı, ön sırada oturan genç kadını alıp oradakilere hiçbir açıklama yapmadan ilçenin dar sokaklarında kaybolup gitti. Yani kendisinden sonra konuşmacı (hadi beni bırakın!) olanları dinlemeden… Hemen ayrılması için haklı bir ya da birden çok nedeni olabilir, ama oradakilere dönüp “Kusura bakmayın, böyle böyle bir nedenim var, hemen ayrılmamız gerekiyor, başka bir etkinlikte görüşmek üzere” diyebilirdi, değil mi? Demedi. Hâlâ hatırlar, üzülürüm, içim acır. 

Kendini “sol”da sanan birçoklarında gördüm ben bu kabalığı, bu kibri… O yüzden de zaten, ağızlarından çıkan ne kadar doğru şeyler olsa da inandırıcı olamıyorlar. İnsanın sözleriyle davranışları birbirine uyumlu olmalı. Hele hele kendini politik olarak solda tanımlayanların alçakgönüllü olmaları özellikle beklenir. 

Doğru: Cam kırılırsa ödersin ama kabalığın yanında kalır. 

Doğru: Okumak yazmak güzel ama onları davranışlarınıza geçirmeniz gerekir.