Osmanlı İmparatorluğu ile Çarlık Rusya’sı, Birinci Paylaşım Savaşının iki karşıt cephesinde karşı karşıya gelmişlerdi. 1914 yılında başlayan savaş, bildik görüntülerinin dışında dünyayı derinden değiştirecek toplumsal sonuçlar ortaya çıkarmıştı.  

İtilaf Devletlerinin yengisiyle sonuçlanan Birinci paylaşım savaşının en karlı iki ülkesinden biri Fransa diğeri ise İngiltere’ydi. Dünyanın o güne kadar gördüğü en yaygın, en kanlı savaşı daha fazla sömürü alanı açmak içindi. Bu savaşın sonunda, İngiliz Bastonu ile çizilen haritalar, yeni sınırları belirliyordu.

İtilaf Devletler cephesinde Çarlık Rusya’sı savaşın bitimini ramak kala, Dünya tarihinin ilk işçi devletine dönüşürken, Osmanlı İmparatorluğu ise 623 yıl sonra yerini Cumhuriyet rejimine bırakacak bir dönemece girecekti. Savaşın genel sonuçları dışında tarihin çarkları bu iki coğrafya için farklı sonuçlara neden oluyordu.

1900’LÜ YILLAR VE İZMİR’DE SINIF HAREKETİ...

İşçi sınıfının kendi iktidarını kurmaya hazırlandığı yıllarda İzmir’de de işçiler önemli grevleri hayata geçiriyorlardı.

İzmir-Aydın Demiryolu Grevi başta olmak üzere, İzmir-Kasaba,  İzmir-Uşak arasındaki demiryolu grevlerinde iş günü,  yevmiye olarak aldıkları ücretlerini maaş olarak alma, emekli sandığının kurulması talepleri ön plana çıkıyordu.

Anadolu topraklarının ilk 1 Mayıs’ı,  1905 yılında İzmir’de Dana Meydanı’nda kutlanıyordu.  Selanik, İstanbul ve İzmir’de cılızda olsa patlak veren 1908 Rıhtım Grevi başta İngiliz şirketlerini ve Osmanlı’yı rahatsız etmeye yetmişti.

Yine 1908 yılında İzmir-Aydın grevi, Develi’de trenin raydan çıkarılıp grevin farklı boyutlara sıçramasına neden olmuştu.   8 Ekim 1908 yılında çıkarılan “Ticaret Nezareti” yasal düzenlemesiyle işçi grevleri engellenmeye çalışılır, kısmen başarılı da olunsa,  İzmir-Karahisar Grevi bu yasaklamanın aşılmasına neden olacak olan önemli bir grev olmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu’ndaki sosyalist hareketlerin merkezi Selanik olsa da İstanbul ve İzmir’de karşılık buluyordu. Geniş coğrafik yapısı ve farklı milliyetlerin bir arada yaşıyor olması Sosyalist hareketin birleşmesinin önünde önemli etken olmuştur. Bütün parçalanmışlıklarına ve gelişememişliklerine rağmen sosyalist hareket İzmir’deki grevlerde Rum’ları, Ermenileri ve Türkleri bir araya getirmeyi başarmıştı. 

OSMANLIDA SOSYALİST HAREKETLER VE İZMİR’E YANSIMASI

1900’lü yılların başlarında Avrupa’da ve Rusya’da yaygınlaşan işçi hareketleri gittikçe Osmanlı İmparatorluğu’nda da boy gösteriyordu.  Yahudi, Türk Makedon, Bulgar ve diğer milliyetlerden işçiler kurdukları yardım sandıklarını sendikalara dönüşmüştü.

Selanik merkezli Osmanlı sosyalist hareketi dört dilde, “Lavorador” (emekçi) adlı işçi gazetesini çıkarmaya başladılar. Sosyalist Hareket özellikle İzmir’de taban bulmuştu. 

İzmir’deki farklı milletlerden sosyalistlerin çıkardığı Irgat Gazetesi’nin yayın yönetmenliğini ise Mehmet Mecit yapar. Irgat Gazetesi, İstanbul’da, İşçiler Kulübü’nün Türkçe yayınlamaya başladığı Amele Gazetesi ile Fransızca yayınlanan “Journal des Ouvrière” adlı gazetelerle aynı döneme tekabül eder. 

İzmir’de yayın hayatına başlayan Sosyalist Irgat Gazetesi kısa bir süre sonra yasaklanır ve Mehmet Mecit hapse atılır.

ARALOV’UN ANILARINDA LENİN-MUSTAFA KEMAL BAKIŞI

Anadolu’da Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gelişen Anadolu Hareketi kendi bağımsızlık mücadelesini verirken, tarihin ilk işçi devleti olan Sovyetler Birliği’ne de nefes alma olanağı veriyordu. Anadolu da başlayan Kurtuluş Hareketi, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin, baş düşmanı olan İngiltere’nin kuşatma planını alt üst etmeye yetmişti. 

Bu dönemde iki ülke arasındaki düşünceleri yansıtan birçok yaklaşımı aktarmak olanaklıdır. Bunlardan en çarpıcı olanı ise Sovyetler Birliği Merkez Komitesi, Ocak 1922’de Litvanya büyükelçisi Semiyon İvanoviç Aralov’un anılarıdır. Lenin, Ankara’ya atanan Sovyetler Birliği Büyükelçisi Aralov’a, yeni görev yerini anlatırken Anadolu’nun ve Mustafa Kemal Paşa’nın portresini çizer. Bu arada Mustafa Kemal’in ve Anadolu kurtuluş hareketinin siyasal yönelimleri hakkında tespitlerde de bulunur; Aralov’a gittiği ülke ile ilişkilerinde nelere dikkat etmesi gerektiğini anlatır. Ancak Lenin, sözlerinde devrim ihracına yönelik en ufak bir beklentiye yer vermez; onunki, emperyalizme karşı kurtuluş mücadelesi veren bir halka karşı 17 Ekim devrimiyle birlikte evrenselleşen insani duygulardır.

Atatürk’le diplomatik sınırları aşan, dostluk düzeyinde bir ilişki geliştiren Aralov, anılarında Lenin’in Atatürk ve Kurtuluş Savaşı hakkında kendisine söylediklerini şöyle aktarır:
“Türkler, millî kurtuluşları için savaşıyorlar. Emperyalistler Türkiye'yi soyup soğana çevirdiler, hâlâ da soyuyorlar. Köylüler ve işçiler buna katlanamadılar ve baş kaldırdılar. Sabır bardağı taştı, gerek Doğu halkları gerek biz, emperyalist kuvvetlere karşı savaşıyoruz. Sovyetler Birliği emperyalistlerle olan işini bilirdi. Onları bozguna uğrattı ve memleketten kovdu. Onların dişlerini söktük, keskin tırnaklarını vücudumuza geçirmelerine izin vermedik.”


Mustafa Kemal’in politik durumunu özetlerken ise “Mustafa Kemal Paşa tabii ki sosyalist değildir ama görülüyor ki, iyi bir teşkilatçı... Kabiliyetli bir lider, milli burjuva ihtilalini idare ediyor.” İfadelerini kullanmaktadır.

Aralov’un anılarının da Lenin’in ağzından aktardığı sözlerin altını çizmek gerekir. “Bizim sosyalist inkılâbımızın önemini anlamış olup, Sovyet Rusya'ya karşı olumlu davranıyor. O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Kapitalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla birlikle silip süpüreceğine inanıyorum. Halkın ona inandığını söylüyorlar. Ona, yani Türk halkına yardım etmemiz gerekiyor. İşte, sizin işiniz budur. Türk hükümetine, Türk halkına saygı gösteriniz. Büyüklük taslamayınız. Onların işlerine karışmayınız. İngiltere onların üzerine Yunanistan'ı saldırttı. İngiltere ile Amerika bizim üzerimize de sürü ile memleket saldırttı. Kendimiz fakir olduğumuz halde Türkiye'ye maddi yardımda bulunabiliriz. Bunu yapmamız gereklidir. Moral yardımı, yakınlık, dostluk, üç kat değeri olan bir yardımdır. Böylece, Türk halkı yalnız olmadığını hissetmiş olacaktır. İngiliz işçileri ve öteki ülkelerin işçileri bize yakınlık gösterdikleri, grev yaptıkları, bizimle savaşan Polonya'ya gönderilmekte olan silahları gemilere yüklemedikleri zaman, bu bizim için büyük bir yardımdı. Bu bize mücadelemizde büyük bir güç katmıştır. Bundan işçilerimiz moralce büyük bir güç kazanmışlardır.”

İki ülke arasındaki ilişki ve bakış açısı Sovyet önderi Lenin tarafından böyle değerlendirmişti.

100. YILINDA EKİM DEVRİMİ!

Rus proletaryası, bundan tam 100 yıl önce Çarlık Rusya’sının Kışlık Saray’ına girerek, tarihe işçi sınıfının iktidarını, Ekim Devrimi’ni müjdelemişti. 100 yıl yani, tam bir asır geçmesine rağmen Ekim Devrimi bugün Dünyanın her yerinde kutlanmaya devam ediyor.

Çarlık Rusya’sının karşısında Almanya ile karşı karşıya gelen “hasta adam” diye adlandırılan Osmanlı İmparatorluğu’nda çatırdama yerini paramparça olmaya bırakmıştı. Açlık, yoksulluk ve savaşlar içinde kıvranan Osmanlı İmparatorluğu, artık son yıllarını yaşıyordu. Sınır komşusu olan Rusya’da ise Çarlık yerini Sovyetlere, yani sosyalizme bırakmıştı.

Birbirinden farklı nitelikler taşısa da bu iki yeni ülkede toplumsal dengeler değişiyordu. Bir yanda Sosyalist bir devlet, diğer yanda gittikçe vahşileşen kapitalist dünyanın arasında yeni bir Cumhuriyet kuruluyordu.

Vahşi kapitalizmin,  insanlığı sürüklediği açlık, yoksulluk ve savaş girdabına karşı sosyalist bir yaşam inşa ediliyordu. İnsanoğlunun o güne kadar sadece ütopya olarak hayalini kurduğu bir yaşam gerçeğe dönüşüyordu. Ücretsiz eğitim-sağlık, konut hakkı, 7 saatlik iş günü,  ücretli izin hakkı ve herkese iş hakkı, köylülerin üretimde sovhoz ve kolhozlarla insanoğlunun hayalleri tek tek gerçek oluyordu.

Bugün hala emek dünyasında, sıkça kullanılan çalışma hayatındaki işçi hakları ve hukuk normları Sovyetlerde yaratılan, yenidünyanın o günden bugüne olan yansımalarıydı.

O günkü Rus işçi sınıfının kazanımları bugün, tek kutuplu olan dünya diye nitelendirilen dünya da tek tek geri alınmaya çalışılıyor. 100 yıl önce ki Sovyet Devrimini yazarken o günün dünyasını hatırlatmak gerekir diye düşünüyorum.  Yoğun kıtlık, iç savaşlar ve tüm kapitalist sömürü silahlarının yöneldiği koşullarda, işçi sınıfı yeni bir dünyayı inşa etme mücadelesini veriyordu. Ve bu dünyayı “60 gram tayınla” yapmaya çalışıyordu. Tarihin çarkları hızla dönmeye devam ederken, Başta Almanya, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler, bugün İLO normları diye adlandırılan haklarla işçi sınıfını kendi dünyalarını yaratma mücadelesinin önüne set çekerek, ağızlarına bir parmak bal sürmüşlerdi.

SOSYALİZMSİZ BİR DÜNYA...

Ekim Devriminin 100. yılı kutlamalarının yapıldığı günümüzde, işçi sınıfı ve emekçiler sosyalizmin geçici yenilgisini yaşıyor. Bu yenilgi geçmiş kazanımlarını, Avrupa’da dâhil olmak üzere kaybetmelerine neden oluyor. Taşeron çalışma, esnek çalışma, açlık sınırında çalışma dayatması bugün sadece Türkiye’deki işçi ve emekçilerin sorunu olmaktan çoktan çıkmış, bütün ülkelerin işçilerinin sorunu haline gelmiştir.

İşçi sınıfının Sovyetlerde hayata geçirdiği parasız sağlık ve bilimsel eğitim ve ücretsiz konut politikası, bugün için ancak yeni bir mücadele başlangıcı olabilir. Bugün başta İzmirli belediye işçilerinin taşeronlaştırmaya karşı verdiği mücadele irili ufaklı sendikalaşma çabaları önemli olmakla birlikte günlük yerel çıkarları sosyalizm mücadelesi ile birleştirmedikçe geçici kazanımlardan öteye geçemeyecektir.

Bugün işçi sınıfı taşeronlaştırmaya, özelleştirmeye, esnek çalışmaya karşı mücadele verirken parasız, bilimsel eğitim ve parasız sağlık mücadelesini yürütürken geçmiş deneyimleriyle Sovyet deneyimi vardır. Bu deneyim geçmişte kalmış bir masal değil gelecek mücadelesinin kılavuzudur.