Akbelen Ormanı'nda yaşatılanların yolunu Bülent Ecevit açmıştır.
Bugün de sömürgeciler ve işbirlikçileri, yatırımcılar, politikacılar bu yoldan koşar adımlarla olabildiğince hızlı şekilde yaşam alanlarımıza zararlar vermektedirler. Bugünkü ve gelecekteki yaşamı yok etmektedirler!
Halk direnişleri ve izlenen hukuksal mücadeleler sonunda, Bergama Ovacık'taki altın madenciliğinin yapılamayacağına dair T.C Danıştay Altıncı Daire, Esas No:1996/5477, Karar No:1997/2312 sonucuna varılmıştı.
Yüz akı bu kararın sonuç bölümünde: "...teknik ve hukuki belirlemeler karşısında, insanın yaşama hakkını ve devletin de çevre sağlığını koruma, çevre kirlenmesini önleme, herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içerisinde sürdürmesini sağlama ödevlerini dikkate aldığımızda, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) ve bilirkişi raporlarında da öngörülen olası risk faktörleriyle çalışan ve bu riskin gerçekleşmesi halinde doğrudan veya çevrenin bozulması ile dolaylı olarak insan yaşamını etkileyeceği kesin olan siyanür liçi yöntemi ile altın madeni işletilmesine izin verilmesi yolundaki dava konusu işlemde kamu yararına uygunluk bulunmamaktadır..." denilerek, Türkiye' de yapılmak istenen sömürge tipi madenciliğin önüne yargı seti çekilmişti.
Ancak, zamanın Başbakanı Bülent Ecevit, bu kararın sadece o sırada bu madeni işleten şirketi bağlayacağını söyledi. Onun kararı, iradesi bu yöndeydi.
Aynı köke bağlı bir başka şirket bu madeni derhal devir aldı ve madencilik faaliyetini sürdürdü. Sonrasında da yerli işbirlikçi üreterek ona devrederek yollarına devam ettiler. Amaçları şiddet uygulamak ama bunu yerli ve milli güçler görüntüsüyle yapmaktı!
Yaptılar da! 5 Haziran 2005'te Dünya Çevre Günü'nü kutlayacaklara taşlı sopalı saldırdılar. Şirket hissedarı Akın İpek, FETÖ davası nedeniyle İngiltere'ye kaçtı. Bu saldırıyı yapanları yargılayan yargıç da FETÖ davası sanığı oldu.
Akbelen'de de yapılmak istenen sömürge tipi madenciliğin ve Türkiye yaşam alanlarındaki ekosistemlere saldırmanın önü işte Bülent Ecevit'in bu korkunç karar ve uygulamasıyla başladı.
Artık halk direnişleri şiddetle bastırılabilir, hukukun arkasından dolanılabilirdi ve öyle de oldu.
Bergama, Efemçukuru, Kışladağ, Çaldağ, Kazdağları’ndan bugünkü Akbelen Ormanları’na varıldı.
Oysa direnen halk, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 56. maddesinde, "...herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemenin devletin ve vatandaşların ödevi olduğu..." kuralına bağlıydılar ve Anayasa ile verilmiş görevlerini yerine getiriyorlardı. Görmedikleri saldırı çeşidi, uğramadıkları haksızlık kalmamıştı...
Ayrıca, 2972 sayılı Çevre Kanununun 1. maddesinde de bu kanunun amacının bütün vatandaşların ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi; kırsal ve kentsel alanda arazinin ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunması; su, toprak ve hava kirliliğinin önlenmesi; ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal tarihsel zenginliklerinin korunarak, bugünkü ve gelecek kuşakların sağlık, uygarlık ve yaşam düzeyinin geliştirilmesi ve güvence altına alınması için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleriyle uyumlu olarak belirli ve hukuki teknik esaslara göre düzenlemek olduğu belirtilmiştir.
Hukuksal, yasal metinlerde hep böyle yazılıydı...!
Tüm çevresel ve ekolojik direnişler Anayasaldırlar, hukuka uygundurlar.
Akbelen'de Türkiye'nin 940 günlük elektrik gereksinimini karşılayabilecek ve ancak %2 oranında katkı sağlayabilecek kömür madenciliği için yüzlerce yıllık ağaçlar köklenmekte, yerle bir edilmektedirler.
Ormanın elbette sadece ağaç olmadığını, kurda kuşa ve yaşayan tüm canlılara ev sahipliği yaptığını da biliyoruz.
Akbelen'in hava ile ilişkisini ve katkısını da tüm canlıların ve yerleşim yerlerimizin su kaynağı olduğunu da biliyoruz!
Bodrum ve çevresi susuz kalmaz korkmayın. Nasıl olsa sular, dereler, ırmaklar, nehirler borulara hapsedildiler ve ticarileştirildiler. Parayı verenler suyu içerler.
Sonrasında da "Hayata Dönüş Operasyonu" emrini vererek can kayıplarına, sakatlanmalara neden olan "Bülent Ecevit'in ruhuna değsin" derler..
Parası olmayıp da sağlıksız sulara muhtaç olanlar ne derler bilemem...
Direnişçilere de sözüm olsun:
Cumartesi Anneleri'mize Anayasa Mahkemesi'nin kararına rağmen saldırıldığı zaman, onların yanında derhal yer alıp hukuksal ve Anayasal hakkınızı kullanarak tepki koymadınız. Uğradığınız şiddet için cesaretlendirdiniz emir veren, irade koyanları.
Sadece Akbelen Ormanları değil Cudi Dağı Ormanları da aynı anlayış ve siyasal irade hükümdarlığında günlerce yandı. Buna da ses çıkarmadınız ve tepki koymadınız.
Yaşatılanlar hep aynı kaynaklı. O zaman biz de ülkenin her bir noktasından ve her bir kişisinin yaşam ve hukuksal haklarından yana tek bir güç olabilmeliyiz.
Ancak o zaman yaşamın özgürce sürmesini sağlayabiliriz.