Felaketlerin biri bitmeden diğerinin başladığı ülkemizde bir yandan da memurlar ve hükümet arasındaki Toplu İş Sözleşmesi (TİS) görüşmeleri devam ediyor. TİS masasında yaklaşık 3,5 milyon memur ve bir o kadar da memur emeklisini, Memur-Sen temsil ediyor. Memur-Sen’i tanıyanlar bilir ki kurulduğu günden bu yana sendikacılıktan başka her işle uğraşmış bir yapıdır. AKP’nin iktidar olduğu 2002 yılından itibaren, üye sayısını rekor bir hızla arttırarak yetkili sendika konumuna gelmiştir. TİS masalarında hükümetten çok diğer sendikalarla kavga etmiştir. Tayin ve terfi işlerinde adeta bakanlıkların insan kaynakları birimi gibi çalışmıştır. Bugün Memur-Sen üyesi olmayan bir müdür ya da idareci bulmak neredeyse imkânsızdır. Temsil ettiği emekçilerin haklarını savunmak için tek bir adım bile atmadığı için uluslararası sendikal kuruluşlar tarafından bir “sendika” olarak kabul edilmemektedir. Dünya Sendikalar Birliği (ITUC) ve Avrupa Sendikalar Birliği (ETUC) Memur-Sen’in üyelik başvurularını “sendika” niteliği taşımadığı için birkaç kez reddetmiştir.

Maalesef milyonlarca memur, işte bu adı sendika ama kendisi sendika olmayan kurum tarafından, bugün TİS masasında temsil edilmekte. Yıllık enflasyonun %45-50 bandına yaklaştığı bu dönemde Memur-Sen iki yıllık TİS talebini %21+17, toplam %44+600 TL seyyanen zam olarak açıkladı. Anlaşılan o ki, kimselerin güvenmediği TÜİK’e Memur-Sen yöneticileri güvenmiş ve zam tekliflerini TÜİK enflasyonuna göre sunmuşlar. Hükümet ise bu teklife karşılık olarak, adeta dalga geçer gibi % 11+12, iki yıllık toplam %23’lük bir zam teklif etti. Bugüne kadar hükümetin arka bahçesi olarak suçlanan, bunu haklı çıkarmak için de elinden geleni yapan Memur-Sen bu açıdan büyük bir sınavla karşı karşıya. Ya aidatlarını toplandığı milyonlarca emekçinin hakkını sonuna kadar savunarak bir sendika olma yolunda adımlar atacak ya da bugüne kadar zaten epey kabarık olan ihanetler zincirine bir yenisini daha ekleyecek. Aylık 30-40 bin lira maaş alan ve bir sonraki hedefleri milletvekilliği olan sendika yöneticilerinin böyle bir mücadeleyi kendiliklerinden yürüteceklerini beklemek saflık olur.  O yüzden asıl sınavla karşı karşıya olanlar Memur-Sen üyeleri başta olmak üzere, Memur-Sen’in TİS masasında kaderlerine karar verdiği/terk ettiği tüm kamu emekçileridir. Kamu emekçileri, hükümetle yapılan görüşmeleri tiyatro izler gibi izlemekle yetinmemeli, başta Memur-Sen olmak üzere tüm sendikaları zorlayarak birlikte mücadele yollarını araştırmalı ve açmalıdırlar.

Bu noktada, Kamu Emekçileri Konfederasyonu’na da (KESK) kısa bir parantez açmak ve önemli bir hatırlatma yapmak istiyorum. Türkiye’de memur sendikacılığının öncüsü ve en mücadeleci sendikası olan KESK son yıllarda gerek iç gerek dış nedenlerden dolayı, son derece etkisiz bir konuma sürüklendi. Bu etkisiz konumuna ve zayıflığına rağmen, son 5 yılda yaklaşık yüzde 50 fakirleşen ve gelir düzeyi neredeyse asgari ücrete yaklaşan memurların, üyesi olsun olmasın bir gözü hâlâ güçlü bir alternatif olarak gördükleri KESK’te. KESK bu potansiyelin sorumluluğu ile hareket eder ve tüm emekçileri (hatta yüzde 17’lik zamla enflasyona ezdirilen kamu işçileri de buna dâhil) birleştiren atak bir mücadele çizgisi oluşturabilirse, içinden geçmekte olduğumuz bu TİS dönemi, KESK açısından kötü gidişata dur demenin miladı olabilir.