Politik arenadaki kakofoniye baktıkça, bir süre edebiyat öğretmenliğimi de yapmış olan rahmetli okul müdürümüz şair Özbek İncebayraktar’ın şu dörtlüğünü mırıldanmaya başladım:

Haksızlığa karşı eğilmez başlar gördük
İsyanla dolan gözlerde yaşlar gördük
Eyvah, hırsla sıkılan yumrukları bir gün
Zulmün zaferini alkışlar gördük

Keçiyi koyundan ayırma beceresi bile gelişmemiş, zekâ düzeyi ayakkabı numarasını geçmeyen bazı politika esnafının düne kadar ak dediğine bugün kara, kara dediğine bugün ak demesi, vaktiyle Demirelleri, Özalları, Çillerleri, Erbakanları ve yirmi yılı geçkin bugünkü muktedirleri görmüş kuşağımı şaşırtıyor mu? Sanmıyorum. Kendi payıma ben uzun zamandır bir aptallık çağında yaşadığımızı zaten düşünüyorum. Aslında soylu bir uğraş olarak değerlendirdiğimiz siyaset sanatı, vasatlık bir yana düpedüz bazı çukur karakterli çakalların leş bölüştüğü bir alana dönüşünce her bakımdan nitelikli insanlar kendilerini usul usul geriye çektiler.

Nitekim temiz kalmak için “kendini geriye çekme” eylemine bazı edebiyatçılar da katıldı. Verimli bir yazar ve şair, iyi bir entelektüel olarak bilinen Enis Batur da bakın ne demiş: “Yaşım ilerlerken, hayatımda usul usul ‘etkinlik tasfiyesi’ne girişir oldum. Ne kadarı yorgunluktan, doyum duygusundan, ne kadarı bu türden çabalara vakit ayırma isteksizliğinden bilemiyorum, yurt içinden ve yurt dışından gelen çağrıların çoğunu kibarca savuşturuyorum son yıllarda. (…) Ortada pek az yakıcı ürünün dolaşıyor olmasının nedenlerinden biri, yazı ve sanat, kültür ve düşünce yaşamının üyelerinin içlerinden çok dışlarına enerjilerini sarf etmesi değil midir?”

Özellikle edebiyat dergilerinde yazdığım yıllarda şiir kitaplarının raf bulamamaları, bulsalar bile raf ömürlerinin uzun sürmemesine dikkat çekmek için sıklıkla “Yahu, şairler bile birbirlerini okumuyorlar, biz niye okuyalım!” diye konuşurdum. Üçü beşi dışında başkalarını okuyan pek yoktu. Bazı dergilerde şiir namı altında öyle zırvalar, öyle saçmalıklar yayımlanırdı ki, o zaman da “Bence insanların bunları okumaması sağlıklı bir şey” diye yazardım. Çünkü kendinden başkasını okumayan, eleştiri karşısında işi küfre vardıran, sürekli övgü bekleyen o kadar çok -ayıptır söylemesi- şair vardı ki!

Ne dersiniz? Bir örnek vereyim mi? “Güller kırmızıdır / menekşeler mor / en sevdiğim madendir bor / eğer beni istiyorsan / please open the door”
Keçiyle koyun birbirine girmiş; ayırabilirsen ayır gari!