Liderler toplumları etkiler, onları hedefe sürükler.  Mustafa Kemal özgürlükleri elinden alınmış halkla birlikte yokluklar içinde savaştı, İstiklal Savaşı mücadelesinin sonunda bağımsız bir ülke kuruldu.

İsmet İnönü İkinci Dünya savaşına devletimizi sokmadı, mehmetçiğimizi askerlik görevi sonrası analarının dizinin dibine yolladı.

Ecevit,  “Toprak işleyenin su kullananın” diyerek tarıma önem verirken, köy kalkınmasına öncelik verdi.

Demirel ise “Barajlar Kralı” olarak sanayi altyapısını barajlar ve fabrikalarla güçlendirdi.  Özal da ürünlerin ihracatı için bu işe niyetlenenleri uçakta yanına alıp ülke ülke dolaştırdı.

Bu saydığımız liderler ülkeye hareketlilik getirdi, kişilere özgüven ve üretme aşkı verdi.

İhtilaller veya muhataralardan sonra gelen yöneticileri ise bir kenara bırakıyorum. Zira onlar asker veya hukukçu bürokrat olmanın gereği olarak mevcut yapının devamından yana oldular. Ancak öncelikli eylemleri ülkede okuyan kesimi, aydın kesimi baskı altına almak, üniversiteden, devletten atmak oldu. Yanlış örnek örnek değildir ama açık düşünceli ve sorgulayan karakterde olanları baskılamak gelenek haline geldi. Bu kişileri devlet kadrolarının dışına atmak, hapse tıkmak olağan hale getirildi.

1954 Yılında Demokrat Parti grubunda Menderes’in söylediği “Siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz” sözü önemli. Mecliste kelle hesabı ile her şeyi yapabilme hakkını kendinde gören bir iktidar baskı ile ülkeyi elde edeceğini sandı, tüm dengeleri sarstı. Üretim yerine siyaset, tarafgirlik, baskı ve gasp öne çıktı.

AKP özgürlük ve adalet sloganları ile iktidar oldu, zaman içinde Menderes’in son dönemlerini aratır hale geldi.

27 Mayıs 1960 ihtilali çağdaş bir Anayasa yaptı ancak askerlerin bir kısmının iktidar tutkusu aydın kesimi tembelliğe itti.  Birçok muhtıra, darbe girişimi yaşadık. 1980’lerden sonra Türk aydını çözümün iktidar değişikliğini askere havale etmek yerine, halkın gerçekleştirmesinin doğruluğuna inandı. AKP döneminde, ne olur ne olmaz diyerek Türk Silahlı Kuvvetleri üzerine türlü oyunlar oynandı, düzenleme ve organizasyonlar yapıldı. Bunlar herkesin bilgisi içinde.

Vurgulamak istediğim konu, üretimin bir yana bırakılarak ticaret, ihale ve tahsislerle paraların üretimle ilgisi olmayan kişilere ve gruplara aktarılmasının yarattığı yıkımdır. Özelleştirmeleri tahsisler içinde değerlendirebiliriz. Yani çalışmadan para kazanmak diye buna denir.

AKP’nin öngörmediği konu ise teknolojideki hızlı gelişme oldu. İletişim teknolojisi ile yukarıdan aşağıya haksız elde edilen paraların nasıl saklandığı, nasıl yer değiştirdiği, içeride ve dışarıda nerelerde kullanıldığı ortaya çıktı. Yıpranmaya başlayan AKP hatasının farkına varıp, bu kez teknoloji yatırımlarının bir kısmını eline geçirmeye çalıştı. Özellikle silah sanayiinde devlet know-how’ını (birikmiş deneyimi) yandaşlarına aktardı.

Devletin bankalarının içi boşaldığı gibi, teknoloji birikimi de el değiştirdi.  İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerde kent rantını yediler, ayrıca ranta dönük projeler tasarlayarak tarım alanlarını yok pahasına alıp veya tahsis edip yandaşlar eliyle para topladılar.

Lider kitap okursa millet zaman içinde kitap okumaya alışır. Liderin aklı fikri ne yöntemle olursa olsun para sahibi olmak ise, bu davranış biçimi vatandaşa da geçer. Kibar liderin yandaşları kibar, kabadayının taraftarı da hak bilmez olur.

Halkın içine tek başına karışan onlarla konuşan, çay içen,  denize sandaldan giren bir liderden, çivileme yapan bir lider profiline geçtik. Devamı da öyleydi, sonra değişti.

Bugün namaza yüzlerce güvenlik elemanı, onlarca araç, helikopter ve keskin nişancılar ile gidilen bir noktaya gelmişsek, bunu sorgulamak gerekmez mi? Kâbe’yi tavaf ederken fotoğraf karesine girmeyen yüzlerce polis, nişancı yabancı basında, videolarda yer alıyor.

Bu gidişatın bir sonu olacak elbette.  Ancak gelecek iktidarlara olumsuz örnek olarak aktarılmaz umarım.