Siyasetçi seçime giderken vaat eder.  Seçim sonucunda iktidar olan parti ya da koalisyon partileri genelde vaatlerini yerine getirmezler. Buna da makul bir gerekçe bulurlar.  Bunun ilginç bir örneğini Süleyman Demirel’le yaşadık. 20 Ekim 1991 tarihinde yapılan erken genel seçim kampanyası sırasında, tütün fiyatları hakkında yaptığı vaat çok çarpıcıydı. Demirel şöyle dedi: “Kim ne veriyorsa ben 5 fazlasını veriyorum.”

O dönemde İzmir’de Kordon Toplantıları düzenliyorduk.  Organize olmayan bir sivil toplum kuruluşu olarak (non-organized non-governmental organization) İzmir’deki toplumsal tartışma ortamına önemli katkısı oldu. Toplantılara her kesimden genç yaşlı, siyasetçi, eğitimci, işveren, işçi temsilcisi katılırken, konuşmacılar ise büyük bir yelpazenin etkili isimleri arasından seçilirdi. 

Kordon Toplantılarının onuncusunda, konu başlığı Erken Seçim ve Sonrası, konuşmacısı ise DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel’di. Toplantıda verilen ara sırasında kendisine yaptığı vaatle ilgili bir soru sordum: Kim ne veriyorsa ben 5 fazlasını veriyorum diyorsunuz,  bunun ölçüsü nedir? Süleyman Bey çok kısa yanıt verdi: Onun ölçüsü nedir?

Evet, o dönemde siyasette etkili vaat önemliydi. Seçimi Demirel kazandı.

AKP de 2002’de barış, kardeşlik, adalet, eşitlik, herkese özgürlük vaatleriyle geldi.  Bugün gelinen durum ortada.

Bir not daha düşeyim: Dünya siyasetinde de ikili görüşmelerden sonra, tarafların kendi başına yaptığı açıklamaların da diğer tarafça yalanlandığı gerçeği de var. Amerika ile yaşanan F35, F16 haberleri en son durum. Bizim açıklamamız “ABD bize ödeme yaptığımız F35’ler yerine, son gelişmiş F16 ve değişim takımları vermeyi teklif etti” şeklinde oldu. ABD açıklama yaptı: “Bu teklifi biz değil, Türkiye yaptı” dedi. Şimdi ver, vermem, kongre var tartışmasıdır sürüp gidiyor.

Aslında, açıklamalar kadar yalanlamalar da izlenen strateji hakkında ipucu verebiliyor. Son örnek de Saadet Partisi Genel Başkanı Karamollaoğlu’nun AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyareti sonrasında yaşandı.  Karamollaoğlu, ziyaret sonrası bir haberciye konuştu,  “Cumhurbaşkanı’yla birçok konuda anlaşamamakta anlaştık. Sadece 50+1’den şikâyet etti” dedi. Karamollaoğlu’nun ifadesine göre Erdoğan, “50+1’in mahsurlu olduğunu anladık. 50+1’i o zaman bu kadar sıkı bir şeye bağlamamamız gerekirmiş. Onun farkına vardık” demiş.

Bu ne demek şimdi? Cumhurbaşkanı seçiminde yüzde 50’den bir fazla oy alma kuralını getiren kendisi. Bunu yapmasının nedeni de kendisinden başkasının bu oy oranına ulaşamayacak olması. Erdoğan 10 Haziran 2014 yılında ilk turda cumhurbaşkanı seçildi. 20 Haziran 2018 yılında da öyle. Birincisinde yüzde 51.79, ikincisinde 52.59 oy aldı.

Şimdi neden 50+1’i tartışmaya açıyor? Kendi yaptıkları anketlerde bile Cumhur İttifakının oy oranı Millet İttifakının gerisinde kaldığı için.

Yandaş medya hemen konuyu işlemeye başladı. Ancak bu arada MHP Genel Başkanı Bahçeli Karamollaoğlu’nun açıklamasının ardından hemen Erdoğan’ı ziyaret ettikten sonra “yüzde 50+1 tartışmasının gereksiz olduğunu” söyledi.  Erdoğan ise yandaş bir habercinin ”önceden hazırlanmış” sorusuna, “50+1 parlamentonun konusudur, ne karar verirlerse” gibisinden bir yanıt vererek ısrarını sürdürdü..

Kısacası, üç gün içinde tartışmaya açılan yüzde 50+1 konusu önemli.. Bahçeli bugün böyle diyor, yarın başka diyebilir. Ortada mevcut iktidarın seçimi kaybetme korkusu var.  Seçimi kazanmak için her şeyi yapmaya gayret etmeleri doğal.

AKP'li Yavuz’un İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı seçimlerinden sonra  "Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu ama fark edemedik" şeklindeki yakınmasını anımsayalım.  Kesinlikle bir şeyler yapacaklar, onun araştırması ve hesabı içindeler.

Bakalım hangi atı alıp, Üsküdar’a geçmenin peşindeler?

Gelişmeleri dikkatle takip ediyoruz.