Unutan unutmuştur, ben unutmadım. Belki de son görüşmemizi yaptığımız Gode Cengiz Parkı’ndan günde iki-üç kez geçip gittiğim için özellikle şu sıra sıklıkla hatırlıyorum.

Şu banka oturmuştuk, kırmızı demir çubuklu olana. Daha doğrusu, o oturmuş, hem sigarasını tüttürüyor, hem köpeği Çılgın’ı izliyordu. Ben, elimde market çantasıyla verevlemesine geçip gidecektim, onu gördüm, selam verip oturdum. İçme artık şu mereti be abi, dedim. Hastasın işte. Biliyorsun. Olur, deyip izmariti savurdu. Sonra oradan buradan konuştuk. Üdebadan birkaç kişiyi anarken aklıma birden Çeşme’de yaşayan eski dostu yontucu Suat Bey geldi. Dinçer Sezgin’in evinde rastlardım ona sık sık. Fakat uzun zamandır… Meğer geçen gün aramış Suat’ı. Sen neden uzun zamandır aramıyorsun beni Suat, dedim, dedi. Ee, dedim ben de. Güya Suat Bey de demiş ki, yahu seni neden arayayım Dinçer, sana anlatacak hiçbir hikâyem yok ki!

Abi, işte hikâye bu, deyiverdim birden. Eve erken giden yazar. Hiçbir şey demedi. Yazamayacak kadar hasta olduğunu biliyordu. Kalkıp paralel sokaklardaki evlerimize doğru yöneldik. Köşede tam ayrılacakken dönüp baktım. O da dönmüş bana bakıyordu. Abi, hikâyeci olan sensin, sen yaz, dedim. Eyvallah, der gibi elini kaldırıp selam verdi. Fazla sürmedi, hastalandı, sonrası malum.

TRT’den emekliydi. Hayatının büyük bölümü Ankara’da geçmişti. AP eski milletvekili İsmet Sezgin’le bir akrabalığı var mıydı, bilmiyorum, sormadım da… Ankara’da başarısız bir evlilik yapmışlığı da vardı. Emekli olunca İzmir’e gelip mitili Karşıyaka’ya atmıştı. Atar atmaz da Karşıyaka’nın kültür-sanat yaşamında yer almış, kitaplar yazıp yayımlamış, birçok derneğin kültür etkinliğinde bulunmuştu. İleri Kitabevi’nin çağrılısı olarak birlikte bir Bodrum maceramız vardır ki, ne zaman ansam ya da anlatsam kalbim ısınır. Onunla birlikte zaman geçirmek müthiş eğlenceliydi. Zeki biriydi gerçekten, iyi gözlemciydi. Yaşamının son zamanlarında filan bir huzurevine gidip başvurmuş. Fakat herhangi bir sözleşme yapmadan dışarı çıkıp huzurevinin binasına şöyle bir bakmış ve huzurevinin balkonlarında hiç bitki göremeyince vazgeçmiş. Çiçekleri sevmeyen bizi de sevmez dediydi, hatırlarım. Bana bunu anlattı, ben de gidip Tarık Dursun K.’ya aktardım. “Bak, işte bu adam hikâyeci!” dedi, Dinçer Sezgin için, “müthiş bir ayrıntı yakalamış.”

Bir rastlantı: Dinçer Sezgin’in elde ya da daktilo ederek yazdığı hikâye ve oyun dosyaları elime geçti. Oturduğum evin yanı başında bulunan sahafta… Demek ki ölümünden sonra… Dosyalardan Karşıyaka Belediyesi’nde sanat danışmanlığı yapan birine söz ettim, duyarlık gösterip sahaftan satın alırlar diye düşünerek. Almadılar. Sonra ne oldu, bilmiyorum.
Abilerin abisi, Dinço Sezgin, durum aynen bu. Bilesin!