AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana, ülke topraklarında yaşanan ekolojik yıkım eşi benzeri görülmemiş bir seviyeye ulaştı. Tarım alanları, ormanlar, sulak alanlar, denizler, göller, nehirler ve hatta korunan alanlar bile enkaza dönüşmüş durumda. Tek adam yönetiminde, Türkiye’nin dört bir yanında mega projeler, madenler, termik santraller, hidroelektrik santraller (HES) ve jeotermal enerji santraller (JES) gibi sermaye yanlısı tercih ve desteği, ülkede geri dönülemez bir yıkıma yol açtığını, yangın, heyelan, seller, siyanür akan derelerde yaşamın bitirildiğini artık herkes görüyor ve yaşıyor.

Ekolojik yıkıma neden olan ve yandaşa peşkeş çekilen, Ege ve Akdeniz sahillerinde eğitim kampı ve sosyal tesisleri, tek adam yönetiminin kararı ile  özelleştirme kapsamına alındı. Bu tür özelleştirme kararları kamu denetimine kapalı olması nedeniyle tehlikeli olduğu defalarca dile getirilmişti. 

Orman alanlarının zaman zaman iktidarlarını yitirme kaygısındaki partilerin siyasal propagandalarına kurban edildiğini geçmişte  yaşadı ve gördük.

Bakın Türkiye Cumhuriyeti'nin en demokratik Anayasası olan '1961 Anayasası’nda, “Ormanların tahrip edilmesine yol açan hiçbir siyasi propaganda yapılamaz” hükmüne karşın, 1970 yılında iktidarda olan Adalet Partisi ve muhalefet partilerinin bir araya gelerek uzlaşma halinde “Orman suçları için genel af çıkarılamaz” hükmünü Anayasadan çıkarılmasına rağmen, bu hüküm sonradan 1982 Anayasası yapılırken Anayasaya tekrar konulmuştur. bu örnekler, siyasi partilerin iktidarlarını yitirme korkusuyla  ne denli ödüncül ekonomik politikalar ortaya koyduklarının bir göstergesidir. Oysa ormancılık politikasının partiler üstü bir niteliğe sahip olması, iç politika aracı yapılmaması ve iktidar değişikliklerinden etkilenmemesinin ülke ormancılığının başarılı olmasını sağlayacak önemli unsurlar olduğu yaşanan iklim kriziyle, doğal afetlerle daha iyi görülmelidir.

Bugün ülke ormancılığının, partilileşmeden öteye geçemediği açıkça görülmektedir. Oysa belirlenen ulusal ormancılık politikası amaçlarına ulaşılabilmesi için öncelikle saptanan amaçların tüm ilgili kişi, grup veya ekoloji örgütleri eşliğinde şimdiye kadar bir aşama katetmesi gerekiyordu. Ne yazık ki AKP iktidarının doymak bilmez rant hırsıyla geldiği 2002 yılından bu yana  çevre katliamı tüm hızıyla sürüyor.

19 yıldır tek başına iktidarda bulunan ve Türkiye’yi yönetemeyen AKP, ormancılık alanında önemli yıkımlara neden oldu., AKP-MHP ittifakının doğaya ve orman varlığımıza en küçük bir sevgi ve saygısı olmadığı da ortaya koydukları pratiklerle tarihe geçmiştir.

Orman Kanunu, AKP iktidara geldikten sonra 28 kez değişikliğe uğradı. Kanun Teklifleri ve Kanun Hükmünde Kararnameler ile 115 kez maddeleri üzerinde oynanan kanunla ormanlık alanlarda yapılaşmaya izin verildi, yanan alanlar turizm amaçlı yapılaşmaya açıldı ve Cumhurbaşkanı’na ormanlık alanların sınırlarını değiştirme yetkisi verildiğini bir kez daha anımsatmak isterim.

Bu düzenlemelerle orman alanlarından ormancılık dışı amaçlarla yararlanma deyim yerindeyse ayağa düşürülmüştür. Bu sayede en küçük bir ekonomik getiri için ormanlar rahatlıkla feda edilebilmektedir. Çevre alanında mücadele eden emek, sağlık ve çevre örgütlerinin, STK’ların uyarılarının, çalışmaların ne denli önemli olduğunu günümüzde çok acı biçimde görmekteyiz. Çevre ekoloji mücadelesi her şeye karşı birkaç marjinalin yarattığı bir sorunsal değil aksine hepimizin yaşamak ve gelecek nesillerin yaşam hakkını korumak için çabaladığı bir mücadele alanıdır. Gelecekteki karbonsuz ve ekolojik bir toplumun neye benzemesi gerektiğini düşünüyorsanız; gıda toplulukları, eko-köyler, paylaşım ekonomisi, türeticilik, topluluk destekli tarım, onarıcı tarım yöntemlerini tercih etmek ile birlikte doğayı restore etmek ve yıkımı onarmak, yani geleceğe yönelik onarımı çok önceden görmek ve başlatmak gerekiyordu. Geç kalmış değiliz. Her şey bir adımla başlar ve yeter ki o adım için kararlı olmak yeter.

İnsan-doğa ilişkisi ilkçağlardan beri süregelen bir ilişkidir. Bu süreci iyi irdelemek gerektiğini artık doğa bize söylüyor. İlkçağ filozoflarında doğaya egemen olma düşüncesi olmamasına karşın 17. yüzyılda bilimsel ilerlemelerin sonucu oluşan yeni doğa kavrayışı özellikle Bacon’ın “bilmek egemen olmaktır” ve Descartes’ın mekanik dünya görüşü, insanın merkeze alındığı ve ölçünün insan olduğu bir anlayışı egemen kılmıştır. Bu yeni anlayış, insanın hem kendisini hem de çevresini algılama biçimini değiştirmiş, hakim dünya görüşü olarak da mekanik bir doğa kavrayışına yol açmıştır. Nitekim Descartes da doğa görüşünü bütünüyle mekanik olan bir temel üzerine kuracaktır. Aydınlanmanın başlangıçta insanın aklın kılavuzluğu yardımıyla yüceltileceğine olan inancı nihai olarak başarısızlığa uğramıştır. Bir başka deyişle, tamamen aydınlatılmış yeryüzü, bugün büyük bir felaketin öncü mesajlarını vermeye başladı bile.