Sinsice ve hain planlarıyla en verimli ovalarımızı, tarım alanlarımızı yok ettiler.

Yapmamıza izin verdikleri ve yapmak istemedikleri üretimleri ülkemize yığdılar. Eskimiş, verimsiz üretim araçlarını, teknolojilerini de sokuşturdular. Ne kadar çok su, enerji tüketen ve tehlikeli atık üreten üretim konusu varsa ülkemize yığdılar.

Dört duvar, sermaye ve ithal edilmiş makinaların yerleştirildikleri alanları fabrikalar sandık. Sanayileşiyor, gelişiyoruz gibi geldi. Oysa sömürgeleştiriliyor, köleleştiriliyorduk.

Borç sarmalına dolanmış ve borçsuz yaşayamayan ülke hâline getirilmiştik. 1950’lerde başladı acı öykümüz.

Ekonomik bağımlılık, siyasal, askersel, kültürel bağımlılıkları da getirdi beraberinde.

Kalkındırdığını sandığımız sanayiyi en verimli ovalarımıza yerleştirdiler. Tarım alanlarının yok edilmeleri süreci sinsice işletildi. Torbalı Ovası, Kemalpaşa, Tire, Ödemiş Aliağa, Turgutlu, vb. civarımızdaki verimli tarım alanları sözüm ona sanayiye peşkeş çekildi.

Türkiye’de Çukurova, Bursa Ovası; Trakya’da Ergene Ovası yok edildiler. Adapazarı’ndaki patates tarlaları Japon sermayesiyle iş birliği yapanlara otomobil üretimi için feda edildi.

Enerji yatırımları için Söke Ovası gibi dünyanın en uzun elyaflı pamuğunun üretildiği tarım alanı seçildi. Sonra da bu enerji üretimine temiz enerji dendi. Neymiş? Rüzgârdan üretiliyormuş! Nerede üretiliyor ve ne için tüketiliyor bu enerji?

Yerli tohumlara savaş açıldı. GDO’lu tohumların işgaline açıldı ülkemiz. Kısır tohumlara bağımlı hâle getirildik. Tohum satmazlarsa üretim yok ve açız...

Kentleri ve ikinci konutları da sanayi gibi plansız ve denetimsiz olarak verimli tarım alanlarına yerleştirmekte sakınca görülmedi.

Hep kalkınma masalı dinledik. Hep büyüme yalanlarını dinlettiler bize. Kimler kalkındı kimler büyüdü?

Ovalarımız yok denecek kadar azaldılar. Tohumlar kısır ve dış ülkelerden. Gıdada dışa bağımlılığız acı bir gerçek artık. Kendi çiftçimizi ezerken dış ülke çiftçilerine, pazarlamacılarına müthiş mâli kaynaklar aktarıyoruz...

Çarşı Pazar ateş pahası. Emek ucuzlatılmış da ucuzlatılmış. Yoksulluk hızla yaygınlaşıyor. Maslow’un İhtiyaçlar Piramidinin tabanına sıkıştırılmış toplum din ve milliyetçilikle uyuşturuluyor. Bu sefalete, köleliğe böylece katlanması sağlanıyor.

Sorunların farkında olanların, bunları dillendirenlerin başlarına neler gelmiyor ki?

Koalisyon ortağı partinin lideri mafya babasıyla kol kola. Mafya babaları gemlerini azılarına almışlar. Aydınları, muhalif politikacıları, bilimcilerimizi tehdit ediyorlar. Ülkemizin sularına el konulduğunun ve susuzluğun farkındalar ki, kanlarımızla banyo yapmak istiyorlar...

Topraklarımız kirletiliyor. Topraklarımıza tehlikeli atıklarını gömüyorlar. Ovalarımıza sözüm ona sanayilerini yerleştiriyorlar. Dünyanın sorunu nükleer atıklar ülkemize sokulup, topraklarımıza gömülüyor. Gemi söküyoruz diye ülkeye sokuşturmadıkları tehlikeli atık cinsi kalmadı...

Toprak, hava, su hepsi birden kirletiliyor. Doğal sonucu olarak da toplum kirleniyor. Ekonomiyle birlikte ahlâk da çöküyor. Kültürümüz iyiden iyiye yozlaştırılıyor. Soygun, yolsuzluk, fuhuş, uyuşturucu, silâh ve insan kaçakçılığı artık olağan hâle getirilmiş.

Tam bir tükeniş, yok oluş durumundayız. Doğamız ve toplumumuz birlikte yok ediliyor. Ekolojik sorunlarımız ve toplumsal tükenişimiz birbirlerinden ayrı ve farklı değiller. Her ikisi de izlenen aynı politikaların aynı anlayışların sonucudurlar.

Toplumsal kurtuluşumuz, varlığımızı sürdürebilmemiz ancak yaşamın sürdürülebilirliği politikalarıyla mümkündür. Anti kapitalist ve ekolojik toplum düzeni sağlanamazsa yaşam da toplum da yoktur artık. Politik istemlerimiz ve beklentilerimiz bu yönde olmalıdır.