Geçen hafta atölyenin sosyal medya hesabında bir soru-cevap günü yaptık. Duymak istediğim; hesabı takip eden ama tanımadığım takipçilerin yazarken ne tür zorluklarla karşılaştıkları idi. Böylece onlara uygun ve işlerine yarayacak noktalardan bahsedebilirdik.

Cevaplar arasında en sık karşılaşılan zorluk yazacak bir şey bulamamak, konu bulamamak, ne yazacağını bilememek idi. Bu cevaplarla eşzamanlı olarak Psychology Today’de bir makale ile karşılaştım. Şiirin bize nostalji hakkında öğrettiklerinden bahsediyordu; Leopardi, nostalji, şiir ve dil…

Nostaljinin tanımına baktığımızda “evseme” ve “çağsama” gibi geçmiş bir çağa, eve, yaşama duyulan aşırı sevgi ve özlem olduğunu görürüz. Makalede ise “ev”den uzak olmanın verdiği acı olarak tanımlanmış nostalji.

Ev burada üzerinde düşünmemiz gereken kavram bence. Yaşadığımız yer, çağ, şehir, ülke ev kavramı içinde düşünülebileceği gibi geliştirdiğimiz alışkanlıklar, sevdiklerimizle paylaştıklarımız, kurduğumuz bağlar gibi fiziksel olanın yanında duygusal da olabilecek kendimizi ait hissettiğimiz, kendimizi duygusal olarak da iyi ve güvende hissettiğimiz şeyler olarak da düşünülebilir. Ait hissettiklerimizden uzaklaştığımızda ise onlara duyulan özlem insanda hem bir sızı yaratır hem de o zamanın mutlu ve iyi duygularını anımsatır. Unutmamak gerekir ki aynı anıyı paylaşan insanların da o anıdan kendilerine sakladıkları farklıdır.

1821 yılında İtalyan şair Giacomo Leopardi dilin doğası üzerine düşünürken şairlerin neden bazı kelimeleri seçip bazı kelimeleri tercih etmediği üzerine kafa yormuş. “Uzak”, “kadim”, “gece”, “belirsiz”, “derin” gibi kelimelerin ise etkileyici olduğunu söylemiş. Burada öne sürdüğü şey ise bu tarz kelimelerin hafızamızın farklı boyutlarına etki ettiğini düşünmesiymiş. “Uzaktan” ve “eskiden”de de olduğu gibi…

Bazı metinler bizi daha fazla etkiler. Benim buradan anladığım bu kelimeler verilen net bir tanımdan ziyade gidebileceğimiz, oradan oraya atlayıp zıplayabileceğimiz geniş bir düşünce ve duygu alanı sunuyor bize. Böylece kendi geçmişimiz ve deneyimlerimizin bir yerine, istediğimiz bölümüne gidebiliyor ve kendimizi duygusal ve düşünsel çağrışımlara bırakabiliyoruz.

Tam bir nostalji hali! Geçmişe dönük özlemlerimizi düşünürken mutlu anılarımız kadar hüzünlü anıların yarattığı duygu ve çağrışımlar arasında bir gezintiye çıkma…

Buradaki iddia şiirsel dilin ve şiirin en çok nostalji duygusunu harekete geçirdiği yönünde. Yani farklı yerleri tetikleyerek hafızamızın konuşmasına imkân veriyor. Hatta Leopardi her nesnenin ve her yerin hatırlandığı anda şiirsel olmasını da buna bağlamış. Sonuçta günlük hayatta karşımıza çıkan nesnelerin içinde şiir yok ama onları şiirsel ve etkili yapan bizim onlara yüklediğimiz anlam oluyor.

Şimdi sözcüklerden çıkıp bunu biraz da hikâyelere uyarlayalım. Hangi filmler ya da hikâyeler sizi daha çok etkiliyor? Bir kitabı okuduğunuzda, bir filmi izlediğinizde o kitabın veya filmin sizi hangi sebeple etkilediğini düşünüyorsunuz?

Sizi eski anılarınızla ve içinizdeki en derin özlemlerle buluşturanlar mı? Yaşamak istediğiniz ama yaşayamadığınız hayallere kavuşturanlar mı? Merak ettiğiniz ve ilginizi çeken bir konuda size fikir verip daha çok düşünmenize vesile olanlar mı? Yoksa korku ve gerilim gibi sizi içinizdeki canlı kısımla buluşturacak olanlar mı?

Yazarken anılardan başlamak, önce daha çok kendini anlatmak; kişinin en bildiği duygu ve olaylarda daha rahat dolaşmasının bir yansıması. Peki anılarınızı yazdıktan sonra ne olacak? Yazamayacak mısınız? Elbette hayır.

Nostaljiyi hissettiğinizde, anılar, duygular ve düşünceler arasında dolanmaya başladığınızda, bir film izlerken, bir kitap okurken, bir dostun hikâyesini dinlerken sizi en çok etkileyenler muhtemelen en çok yazmak istediğiniz şeyler…