Dün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ydü. Bir hafta öncesinden itibaren ekranlar kadını öven, kadının gücünü ortaya çıkaran, kadına ne kadar değer verildiğini gösteren, kadının başarılarıyla övünen reklamlarla doluydu. Cumartesi günü bir dayanışma yürüyüşü gerçekleşiyordu. Müdahaleler vardı. Alana alınmayanların, alınmak istemeyenlerin haberleri geliyordu. Pankartlar açılmıştı. Pazarlama ve gerçekler kol kola ilerliyordu.

Çiçek ve hediyelerin artık tutmadığını pazarlamacılar anlamıştı. Bu sefer de bazen “erkek gibi kadınlar” vardı ekranlarda bazen de erkeklerin yaptıklarını yapan -yapabilen- yapmış kadınlar… Geçenlerde Netflix’te izlediğim bir filmde olduğu gibi (I Care A Lot) kadınlar, erkeklerin dünyasında varlıklarını erkek dünyasının kurallarıyla oynayarak kabul ettiriyorlardı. Erkek dünyasında var olmak için bir kadın acımayacak, üzülmeyecek, korkmayacak, “erkek gibi” konuşacak, gücünü kullanacak ve hedefine ulaşacaktı. Bunun yanında kadın, lezbiyen ilişkisini de yaşayabilir ve kendine erkek bir ortak bile edinebilirdi. Evet, erkek dünyasında kadınlar da vardı! Hatta bir reklam, kadınların iş dünyasında azlığından yakınıyor, “tersinin” mümkün olabileceğini söylüyordu. Sistem kadının var olmasına izin veriyordu.

Oysa konu kadın ve erkeğin ötesindeydi. Çünkü erkeklerin yerine kadınları koyup aynı kuralları uyguladığımızda zihniyet değişmeyecekti.

Burada bazı kavramları açmamız gerektiğini düşünüyorum. Bazı sohbetlerde kişilerin eril, dişil ve ataerkil kavramlarına uzak olduğunu seziyorum.

Filiz Telek’in yazdığı, Derya Albayrak’ın resimlediği, Doğan Novus’tan çıkan “Kadınlar Şifadır” kitabını henüz okumadım. Ancak kitabın başında kitapta kullanılan kavramlara ilişkin birtakım açıklamalar var. Eril, dişil ve ataerki kavramlarını, bu yazıyla çok eşzamanlı denk geldiği için, oradan alıntılıyorum.

Eril: Yaratılışın doğrusallık, akılcılık, hedefe ve sonuca odaklılık, güç, düzen, ayrıştırma, muhakeme, analiz, mantık vasıfları.

Dişil: Yaratılışın akıcılık, yaratıcılık, doğurganlık, teslimiyet, sürece odaklılık, döngüsellik, sezgisellik, besleyicilik, erotiklik, bedensellik, birleştirme, kapsama, ilişki, hissiyat vasıfları.

Ataerki: Birbirinden farklı ve birbiriyle çelişkili varlıkların, fikirlerin, vasıfların ve durumların eş zamanlı var olabilme olasılığını (paradoks) reddeden; bilinmeyeni, bilinmezi, ön görülemeyeni, evcilleştirilmemiş olanı tanımlamak, ayrıştırarak analiz ve organize etmek, üzerine güç uygulamak suretiyle kontrol altına almaya ve yönetmeye odaklı, kadının da erkeğin de üzerinde tahakküm kuran dünya görüşü.

Şimdi bu tanımları bir kez daha, yavaş yavaş okumanızı rica ediyorum.

Eril ve dişil özelliklerimiz kadın için de erkek için de kendini kendi bedeninde kadın veya erkek hisseden herkes için de olmazsa olmazlarımız… Kimimizin erili güçlüdür, kimimizin dişili… Büyürken bunları dengelemeyi öğreniriz. Yer yer eril, yer yer dişil özelliklerimizi ön plana çıkarmamız gerekebilir. Her hafta yazılarımı gazeteye teslim etmem benim eril özelliklerimden, oturup yazma kararlılığım da. Ne yazacağım, nasıl yazacağım, farklı konuları nasıl birleştirip bir araya getireceğim ise dişil özelliklerimden…

Ataerki ise içine doğduğumuz dünya görüşü, dolayısıyla sorgulamadan kabul ettiğimiz pek çok şey zihnimizin içinde ataerkiyi yaşıyor ve yaşatıyor. Başkasının fikrini kabul etmezliğimiz, kendi doğrularımızı başkalarına kabul ettirme arzumuz, farklı olana karşı yargılayan bakışımız, kontrol tutkumuz, sürekli tanımlayarak ve ayrıştırarak etiketler yapıştırmamız, hiyerarşik düzenlerimiz, birbirimiz üzerinde güç kullanmaya ilişkin gizli hırslarımız, iktidar alanlarımız, bilgisizliği aşağılamamız, bilgiyle tahakküm kurmamız…

Varoluşun belki de en çok arzuladığı şey kendini ifade etmek… Ve ifade etmek o kadar zor ki bazen. Sadece özümüz olarak var olamadığımız için hırpalanıyor, yaralar alıyoruz. Öfkemiz, korkumuz, hırsımız, kibrimiz, güvenimiz ve güvensizliğimiz o kadar diri ki hareketimiz, tepkimiz, sözlerimiz, yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla biz fark etsek de etmesek de bizimle ortaya çıkıyor…

Ve ataerki öfkesiyle var olurken, öfkemizden de besleniyor.

Öfke kötü bir duygu değil. Hayatta kalmak, mücadele etmek, hakkımızı savunmak, sınırlarımızı çizmek için öfkeye ihtiyacımız var. Ama öfke saldırganlaşıp yakıp yıkmaya başladığında, görmezden geldiğinde, ezdiğinde, ayrıştırdığında, yok saydığında, bağırıp susturduğunda bundan hepimiz zarar görüyoruz.

Ne demiştim; sorun kadın ve erkeğin ötesinde… Erkeğin yerine kadını koyduğumuzda işler değişmeyecek. Peki, ne olacak? Nasıl olacak?

Bu 8 Mart’ta bir viral reklam beni en çok sevindirenlerden oldu. İzlememiş olanlar ve izlemek isteyenler için; olay bir rakı sofrasında geçiyor… Kendimizle yüzleşmeye çağırıyordu bu kısacık reklam filmi bizi… Kadın erkek kendimizle yüzleşmemiz gerektiğinden bahsediyordu…

Kendimizle yüzleşmek…

Ayan beyan görünen şiddetin, cinsel saldırının, varoluşa tahammülsüzlüklerin, kadın cinayetlerinin yasalarla önüne geçilmesi, cezalandırılması, yaşam haklarımızın korunması en önemli gündemlerimizden. (Bu yazıyı yazdığım gün iki kadın cinayeti, bir öldüresiye dayağa uyandık!) Bunların hiçbirini aklımızdan ve önceliğimizden çıkarmadan diyorum ki, gelin artık kendimizle yüzleşelim. Yukarıda saydığım kavramların kendi benliğimizdeki karşılıklarını bulalım. Kendi içimizdeki ataerkil kodları bulup dönüştürelim, içsel otoritemizin kimleri ezdiğine, kimleri görmezden geldiğine, kimleri yargıladığına, nasıl linç ettiğine, nasıl ceza verdiğine bakalım. Bakalım ki daha başka mümkünlere yürüyelim, yürüyebilelim. Çünkü ataerkil sistem en çok erkekleri beslese de kadınlar ve erkekler olarak gerçekten arzuladığımız ahenk ataerkilin yöntemlerinde değil…