Çok partili parlamenter demokraside tek başına iktidar olma şansı riskli olunca, tek kişilik yönetim anlayışı uygulamaya kondu. Üstelik çok parlamenter demokraside söz sahibi olan iktidar milletvekilleri sadece elini kaldır, indir işlevine indirgenince bundan rahatsız olmadılar. 

Tam yetkili tek adamlık öyle bir duygudur ki,  yüzlerce kitap okumamışsan ve alim insanlarla zaman geçirmemişsen, kısa zamanda kendini her şeyin üzerinde görmeye başlarsın. Bunun en küçük örneği apartman yöneticiliğidir. Site yöneticiliği, muhtarlık, meclis üyeliği filan derken yetki konusu genişledikçe sıra belediye başkanlarına gelir. Yerel yönetici olarak, meclis çoğunluğu olmasa da bazılarını nemalandıracak kararlara imza atabilir.  

Milletvekilleri şimdi parmak kaldır, el kaldır, indir durumunda ama onlara da birçok avantaj sağlanmış durumda. İstediği yolda hız limitlerinin üzerinde gidebilir, istediği yere hatta kaldırıma park edebilir, onlara ceza yazılmaz.  Bir avantaj da mecliste yedikleri ve ziyaretçilerine yedirdikleri yemeğin ucuzluğudur. Ziyaretçisi bol olanın maaşı bazen bu yemeklerin bedelini aşar. Peki, o milletvekilleri el kaldırmaktan başka ne iş yapar? İş takipçiliğinden, gümrük avantajlarına dek birçok konuda değişik iddialar var. Herhalde kazanç getirici başka iş ve iş takipçiliği de vardır. Milletvekili plakalı aracını kiralayan bile varmış. Onlar arabayla ne taşırlar, oda bir başka merak konusu.

Hele bir de tam yetkili tek yönetici olanın durumunu düşünün!  Öyle ki, her kurum, her yönetici ona bağlı. Her yöneticiyi atama yetkisi onun. Ayrıca devlet adına her gayrimenkul satışı, arazilerin imar durumu değişikliği de onun yetkisinde. On milyonlarca işçi, memur, emekli onun ağzına bakarken, maaş farklarının açıklaması ona ait. Önceleri Kovid19’dan kaç kişinin öldüğünü açıklamak da onun hakkıydı. Dünyada her ülkeye, liderine “posta atmak” ve sonrasında dilediği gibi hareket etmek onun işiydi.

Şimdi de, eski belediye başkanlarını toplayarak onlara demiş ki; “Sizlerden hanenizden başlayarak, oturduğunuz binada, sokakta, çarşıda, pazarda, otobüste, her yerde doğrudan şahsımın temsilcisi olarak davamıza sahip çıkmanızı, kazanmadık gönül bırakmamanızı istiyorum.”

Yani konunun merkezinde “şahsım” var, ancak herkes “dava” için çalışacak. Sonuçta, davamız eşittir şahsım, ya da şahsım eşittir davamız. 

Her yerde konuş, gidemediğin yerlere video konferans ile git. Dışarıda başka, içeride başka konuş fark etmez, yandaş medya konuyu istediğin gibi biçimler. “Bu can bu bedende oldukça Rahip Bronson hapistedir” dersin, alkış kopar. Birisi “akıllı ol” diye yazar, Rahibin davasının görüleceği günün sabahında, bir uçak Amerika’dan gelir, havaalanında bekler. Rahip Bronson salınır. Gelen uçak CİA uçağıdır, Rahibi alıp gider. Ertesi gün ABD başkanı Trump onu kabul eder. Yandaş medya bu haberi görmez bile.

Tek adamlık kolay iş değil. En büyük “tek adam” ben olayım dersen, benden başka kimse konuşmasın noktasına gider. Muhalefeti susturursun, öğretmenleri, doktorları susturursun, basını susturursun.

Partililer zaten suskun ama belediye başkanlarının yabancılarla görüşmesi de ne oluyor acaba diye görmüş olmalı rüyasında. Seçilmiş belediye başkanları ve müdürleri filan yabancı devletlerin temsilcileri ile görüşmeyecek diye bir yazı yazmış.  Valiler işin peşine düşmüş.

Bazı ilginç durumlar da oluyor. ABD başkanı ile görüşüyorsun, yanındaki çevirmen ABD vatandaşı Türk kız çocuğu. Yani senin söylediğini bir Amerikalı Trump’a çeviriyor, onun sözlerini de sana iletiyor. Ne dedi, dediği doğru mu, çeviri yönlendirilmiş mi, bunu kimse bilmiyor. Konuşmalar devlet arşivinde var mı acaba?

Uluslararası bir toplantıda birisinin, arkadan omuzuna dokunuyorsun, adam kriz geçiriyor. Böyle toplantılarda elle değil, sözle temas önemli. Eskiden yoktu, ama tek adamlığın doruğunda olduğunu düşünürsen istediğini tutar, istediğini döversin.

Neyse seçime az kaldı,  tek adamın bayram sevinci devam ediyor. 

İyi bayramlar dilerim.