İklim kriziyle mücadelede rant değil, ekoloji gözetilmediği sürece başarılı olunmaz. Atık yönetim ve denetim süreçleri rant kaygılarından uzak, ekolojik denge ve kamu yararı gözetilerek yürütülmediği sürece hiç bir şekilde iklim krizi çözülmez. Dünya ülkelerinin son yıllarda ortak sorunu haline gelen küresel ısınma gezegenimiz üzerindeki yaşamı ciddi boyutta tehdit etmektedir. Yaşamın devam edebilmesi için zorunlu ihtiyaçlar olan su ve gıda küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği nedeniyle yaşanan beklenmedik hava olayları sonucunda büyük kayıplara uğramıştır. Küresel iklim değişikliğinin yaşandığını çok net bir şekilde biliyoruz; çünkü bağımsız araştırma kurumlarının verileri neredeyse kusursuz bir şekilde birbiriyle örtüşüyor. En başta tarım ve hayvancılık, kuraklık, beslenme zincirleri problemleri gibi doğrudan etkilendiğimiz konular var ki, bu önemli konuları ne şimdi ne de gelecek nesilleri düşünerek görmezden gelmek olur. Dahası, uluslararası anlaşmalara ve izleme toplantılarına arka iskemlelerde oturup rapor kopyalayıp getirmekle bize düşen sorumluluklar yerine getirilemez. Havayı kirleteni değil tespit etmek, edilse bile trafik cezası eşiti bir önlemle milli hassasiyet göstermek ciddiyetten bir hayli uzak görülmektedir. Geçtiğimiz hafta Meclis'den partilerin oy birliğiyle Paris İklim Anlaşması'nın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildi. Otoriteler, Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı meclisten geçirme kararında, Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı’nın olası ekonomik etkileriyle ilgili beklentilerin etkili olduğunu söylüyor. Özellikle AB Yeşil Mutabakatı içerdiği sınırda karbon düzenlemesi nedeniyle gerekli uyum önlemleri alınmadığı takdirde AB ülkelerine yapılan ihracat üzerinde önemli ve yeni bir ek mali yük oluşturma potansiyeli taşıdığına işaret ediliyor. 

Türkiye, bundan sonraki süreçte fosil yakıtlar ve nükleer enerji gibi kaynaklara verilen teşviklerin durdurulması ve kömür santrallerinin kapatılması için bir takvim belirlenmesi ve yeni inşaatları durdurması gerekiyor. Paris Anlaşması sonrası yapılması gerekenleri öneren beş maddelik bir liste de hazırladı. Ekoloji dernekleri ülkeyi yönetenlere bundan sonra nelerin yapılması gerektiği konusunda şu başlıkları öne çıkarıyor:

“Ulusal Katkı Beyanı’nın güncellenmesi.

Kömür santrallarının kapatılması için bir takvim belirlenmesi ve yeni inşaatların durdurulması.

Enerji tüketimini azaltmak için başta enerji verimliliği olmak üzere gerekli politikaların hayata geçirilmesi.

Rüzgâr, güneş ve yeşil hidrojen gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının tercih edilmesi; fosil yakıtlar ve nükleer enerji gibi kaynaklara verilen teşviklerin durdurulması.

Ulaşımda hava ve karayolu yerine demiryolu, toplu taşıma ile bisikletin öne çıkarılması." gibi konularda harekete geçilmesini öneriyorlar. Türkiye'nin kömüre dayalı enerji politikasından çıkarak önemli emisyon azaltım hedefleri koyması ve yeni eylem planları ile çalışmalara devam etmek için nasıl bir yol haritası çizecek göreceğiz. Mecliste grubu olan bütün partiler, İklim Anlaşması’nı imzalamanın bir başlangıç olduğu konusunda birleşiyor. Asıl sorun inşaat ile iklim değişikliği arasındaki ilişkiyi idareye, Çanakkale Köprüsü, Kuzey Anadolu Otoyolu, Kanal İstanbul, dev havalimanları gibi arazi kullanımını değiştiren, nüfus yoğunluğunu artıran, ormansızlaşmaya yol açarak yutak alanlarını yok edecek projeler devam edecek mi? Şimdiye kadar iklim değişikliğiyle mücadele politikalarını görmezden gelen AKP iktidarının sözleşmeye uyarak, uygulamada ne kadar samimi ve şeffaf davranacağı. İktidarın asıl derdi iklim mi yoksa iklim fonları mı? Bunu da yakında göreceğiz.