Hangi dağ güzel olabilir Hatun Ana’nın Dersim’indekiler kadar? Hangi su akabilir Munzur gibi? Ya bura çiçekleriyle yarışabilecek başkacaları var mıdır? Benzeyebilir mi bura arılarının yaptığı ballara diğer ballar? Bunlar nedendir hep bilir misiniz?

Oturduğu koltuğundan hep karşı tepeyi seyrederdi Ankara’daki evinde. Ne de güzel görüyordu evini!  Dalar giderdi… Hüzünlenirdi. O gün geldiğinde, Hakk’a yürüdüğünde oraya, karşı tepeye… Bıyıkları ha terledi ha terleyeceğini koparıp almışlardı yaşamdan. Unutmaması doğaldı ciğerparesini. Bari kalanlardan ayrı düşmeseydi. Evini görebilse yavrucuklarına hep sarılabilseydi. Öyle arzulardı işte. Söyledi. Söz verenler uzun ömür dilediler. Söz aldı. Mutluydu. Hiç ayrılmayacaktı onlardan, oracıklardan. Huzurluydu, sakindi… Bir de Aysel’i yanında olsaydı ya! Bahane bol hapishane hazırdı bu insancıklara. Umutluydu, çıkacaktı, gelecekti kızcağızı öpecekti ellerinden. O da Aysel’im diyecekti sarılacaktı doyasıya…

Ama tez gelen Azrail oldu. Hakk’a yürüdü meleklerle Hatun Ana. Ev kara yasa büründü. Tek teselli karşı tepede evi gören bir yer bulunabilmesiydi. Gereği yapıldı Cem Evinde. Hüzün ve Hatun Ana taşındı karşı tepeye. Acı ki ne acı!..

İş tamam edile yazmıştı ki, bir bağırış çağrış! O tepe duymamıştı böyle haykırışları şimdiye kadar. Bilmiyor anlamıyordu karşı tepe söylenenleri. Çok yabancısıydı bu bağırtıların. “Çıkarın, çıkarın kendi vatanına gömün!”  “Alın götürün, çıkarır parçalarız yoksa!” Yaparlar mı yaparlardı; insan soyuydu onlar. Traktörün önüne kepçeyi takmışlar, her bir şeyi hazır etmiş gelmişlerdi! “Vatan bölünmez, alın götürün kendi vatanına!”  “Çıkarırız, parçalarız!” “Alevî, Ermeni istemiyoruz burada!” … Karşı tepedeki canlı cansız tüm varlık dona kaldı. İnsan soyu artık bu hâle de mi gelmişti, getirilmişti? Utandı ölüler bile. Utandı toprak, kuş, börtü böcek; utandı diken, çiçek.

Kararlıydılar. Saldırıyorlardı. Hatun Anagiller sahipsiz ve çaresizdiler. Tek çare geliyordu akıllarına…

Ankara’da değilse de doğduğu topraklarda çiçek olacak, böcek olacak, kuş olacak devri daim edecekti Hatun Ana. Cümle alem Dersim’in o dağında hazırdı o gün; tüm insanlık vardı, insanlar vardı. Bir Aysel’ciği yoktu Hatun Ananın.

Munzur akmadı. Rüzgâr esmedi. Kuşlar ötmedi. O gün boynunu bükmüştü tüm çiçekçikler. Ağlama değildi bunlar; göz yaşları değildi. Akmamıştı şimdiye dek hiçbir insanın gözünden böylesi bir şey. Dökülenlere şaşırdı toprak. Ağıt ta değildi insan sesi de. Duyulmamıştı hiç böyle bir çığrış, böyle yakarış. Şaşırdı kurtlarla kuşlar; şaşırdı tüm mahlûkat. Çığrıştı, ağlaştı tüm tabiat.

Toprağın bilemediği yaşlar, kurtların kuşların bugüne dek duymadığı sesler, ağıtlar insanlığa aydınlık saçıyorlardı; sevgi, şefkat, merhamet!..          

Hangi dağ güzel olabilir Hatun Ana’nın Dersim’inkiler kadar? Hangi su akabilir Munzur gibi? Ya bura çiçekleriyle yarışabilecek başkacaları var mıdır? Benzeyebilir mi bura arıların yaptığı ballara diğer ballar? Anladınız mı nedenini?