Ne zaman Türkiye ekonomisinde bir sorun olsa, ne zaman Türkiye manşetlere taşınsa, Partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın tamamen anlaşılmaz bir tepki vermesi gündem meselesi oluyor. Bunu artık herkes biliyor. Yine aynı nakarat.

AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kavala bildirisine imza atan on ülkenin büyükelçilerini "istenmeyen kişi" ilan etme kararı, Avrupa ülkelerinin Erdoğan'ın kararına tepki gösterip, Türkiye'ye yaptırım çağrısı yapmaya başlamasına neden oldu. Erdoğan'ın tek başına verdiği bu karar, AB ile ilişkileri yeniden onarma sürecini ve ekonomiye yönelik endişeleri daha da artırdı. Ekonomi kötüye gidince başvurulan tek yol dış siyaseti devreye sokmak olmamalı. Neyse biz de bu konuya girelim. Bu büyük elçiler neden böyle yaptı? Bu tartışılabilir. Erdoğan'ın daha önce, Donald Trump ve Angela Merkel'e rahip ve gazeteci üzerinden ödün vermesi, onlara olumlu cevap vermesi, dolayısıyla büyükelçilere, Kavala konusunda cesaret vermiş  olabilir de. Ben büyükelçilerin sınır dışı edileceğine çok ihtimal vermiyorum. Türkiye, sosyo-ekonomik açıdan olağanüstü bir süreçten geçiyor. Ekonomi ciddi anlamda sıkıntı içerisinde. Enflasyon, döviz her geçen gün artıyor. Esnaf, vatandaş yaşamını nasıl idame ettireceğinin derdinde. Türkiye’nin demokrasi, hukuk, eğitim, dış politika, toplumsal barış ve ekonomi gibi öncelikle çözülmesi gereken sorunları var. Büyükelçiler olayının ne Osman Kavala ile ne de yargı bağımsızlığıyla bir ilgisinin olduğunu zannetmiyorum. Öyle olsaydı ağır ithamlar altındaki Rahip Brunson Trump'ın telefonu ile Deniz Yücel ise Merkel'in talebiyle bırakılmazdı. "One minute'' gibi bu da devlet aklının yerini sokak kavgası söylemiyle gündem değiştirmekten ibaret. Dolar neredeyse 10 liraya yaklaştı, iktidar algı dümenini bu sefer yine dış güçlere bağlayacak bir konu buldu. Öte yandan ABD Temyiz Mahkemesi Halkbank'ın itirazını reddedip İran yaptırımlarını delmekten yargılanmasına karar vererek, ABD hazinesine milyarlarca dolarlık yaptırım ve para cezası uygulamasının yolunu açtı. Bu da bir başka kara delik. Varlık Barışı-Servet Affı yasalarıyla yıllardır kara paracılara, kayıt dışı servetlere göz yumuldu, ülkeyi kara para cennetine çevirildi. Bu ve benzer konular büyüyerek çözümsüz hale geldi. Yargının eli kolu bağlanıp yolsuzluk ve rüşvetin üzeri örtülüyor suçu örgütü lideri Sedat Peker ve diğer Pandora iddiaları ortalığa saçılmış durumda. Erdoğan'ın iç ve dış politikadaki çelişkilerine bakacak olursak ülkenin sorunları başka mecralara uzanıyor.Muhalefet  Erdoğan'ın, “reform” diyerek tekelci sermaye ve örgütlerine yeni güvenceler vererek onların güvenini kazanmak ve desteklerini arkasına almakla eleştiriyor. Öte yandan yine Erdoğan'ın, “Geleceğimizi Avrupa ile birlikte tasavvur ediyoruz” ve “ABD ile uzun ve yakın müttefiklik ilişkisini aktif olarak kullanma arzusundayız” açıklamalarıyla da batılı emperyalistlere “İş birliğine hazırız” mesajını vererek yaşadığı siyasi sıkışmışlıktan kurtulmaya çalışıyor. Ancak iktidarını ayakta tutabilmek için uzunca bir süredir faşist ve baskıcı bir rejim inşasına yönelmiş bulunuyor. MHP ile de iş birliği yapan Erdoğan’ın yeni manevra arayışları daha en baştan sınırlanmış ve açmazlarla kuşatılmış durumda. 

Türkiye eğer bu diplomatlar hakkında sınır dışı etme  kararı alırsa her ülke kendi karşı hamlesini yapacak ve Türkiye bundan zarar görecektir. Türkiye böylesi bir adım atarsa Avrupa Birliği tutumunu sertleştirebilir. Bunu ben demiyorum deneyimli eski diplomatlar söylüyor. 

Türkiye’nin uluslararası platformlardaki tüm diplomatik temaslarını olumsuz etkileyeceği uyarıları yapıyorlar. 

Ekonomideki başarısızlığın suçunu atacak bir olay, bir mağduriyet, bir dış güç arayışı içindeler ama unuttukları bir şey var. Bu millet Kıbrıs'ı kurtaran siyasetçileri bile ambargo şartları altında tek başına iktidar yapmadı. Tekrar başa dönecek olursak ekonominin kötüye gitmesinden dolayı gündem değiştirmeye kalkan tek adam yönetimi bu sefer baltayı taşa vurmuşa benziyor!