Geçen hafta “Biz nasıl bir hikâye anlatmak istiyoruz?” diye sormuştum. Yaşamımızın bundan sonrasında, geleceğimizi yaşanabilir kılmak için, insanla ve doğayla uyumlu yaşayabilmek için, fazlalıklardan arınıp özünde iyi yaşama can verebilmek için, dürüst ve adil olabilmek için… Bu sorum hem bireysel hem de toplumsal açıdan yapabileceklerimizi düşünmemiz içindi.

Bu soruma cevap gibi bir haber geldi geçtiğimiz hafta. İzmir için daha iyi yaşamı müjdeleyen bir çalışmanın haberiydi bu…

İzmir, dünyanın ilk Cittaslow metropol pilot kenti seçilmiş. Büyükşehir’in açıklamasına göre önümüzdeki süreçte 6 ana tema çerçevesinde çeşitli çalışmalar yapılacak. Temalar ise şöyle belirlenmiş: Toplum, kentsel direnç, herkes için gıda, iyi yönetişim, hareketlilik, cittaslow mahalleleri.

Biliyorsunuz Seferihisar İzmir’in ilk cittaslow ilçesiydi. Seferihisar’ın yaşamına aşina biri olarak cittaslow felsefesini yerleştirmek için ne gibi çalışmalar yapıldığını daha yakından takip etmiştim o dönemde. Hatta Seferihisar’ın iyi-kötü değişim ve gelişimini de seneler içinde izleme fırsatı bulmuştum.

Her şeyin hızlandığı yaşantımızda yavaşlamak, durmak hep olumsuz algılanan kavramlar oldu. Çünkü bunlar çağı yakalayamamak, artan rekabetin gerisinde kalmak ve başarısızlıkla bir sayıldı. Sistem bizden bu hızlanmayı talep ederken kişinin kendisiyle ve dünyayla kurduğu bağı da yok saymasını istedi. Belki bire bir bunu demedi ama hızlandıkça ruhlarını geride bıraktığı için onları bekleyen kabilelerin hikâyesinde olduğu gibi koştukça unuttuk arkamızda bıraktıklarımızı. Ve biri bize hatırlatana kadar veya unuttuklarımız eksikliklerini bir şekilde hissettirene kadar içinde bulunduğumuz hızda unutmaya, geride bırakmaya, önümüzdekini de yakıp yıkmaya devam ettik.

Cittaslow felsefesi; hızlanarak yaşadığımız, daha çok tüketim hırsıyla kaynakları tükettiğimiz, doğadan ve birbirinden kopuk insanlara dönüştüğümüz bu düzende bizi birlikte ve güvenli bir yaşama çağırıyor.

“Birlikte ve güvenli yaşam” kulağa ne kadar da hoş geliyor değil mi? Belki de en çok ihtiyacımız olan şeylerden biri bu…

Cittaslow Türkiye sitesinde biraz daha gezdiğinizde bu felsefenin “yaşamın yaşamaktan zevk alınacak bir hızda yaşanmasını savunmakta” olduğunu da göreceksiniz. İnsanlar arasındaki iletişimi güçlendirmeye, sosyalleşme alanları yaratmaya, gelenek, görenek ve el sanatlarını yaşatmaya önem veren bu felsefe yenilenebilir enerji kaynakları kullanan ve altyapı sorunları olmayan kentlere ulaşmayı misyon ediniyor.

İçinde bulunduğumuz dönemden geçerken bu felsefenin misyonunu bile okumak insanda bir umut kıpırtısı yaratıyor. Çünkü bugünden sonraki o yeni hikâyenin yazılması gerekiyor. Daha iyi bir yaşam için…

Tam bu noktada yaratıcılığımızı ateşlemeliyiz. Yaptıklarımızla, katkılarımızla neyi nasıl dönüştürebileceğimizi, işe yaramayan yöntemleri bırakıp başka türlüsünün nasıl mümkün olabileceğine bakmalıyız. Seferihisar önümüzde güzel bir örnek; iyisiyle-kötüsüyle… İyiyi görüp aksayanı düzeltmeye çalışırsak iyiye dönüşmemek mümkün mü?

Dilerim yaşayanı, yaşatanıyla birlikte adımlar atılır, dönüşüm çoğunluğun katkısıyla gerçekleşir; toplumu ve kişiler arasındaki bağları güçlendiren, sosyalleşme alanlarına önem veren bu felsefeden sanat da kendine düşen payı alır, kendi katkısını sunar. Böylelikle birlikte ve güvenli, yaşamaktan keyif aldığımız, her türlü üretime destek veren, yaratıcılığı destekleyen, başka türlüsü mümkün dedirten yaşamlara evet diyebiliriz.