İnsan düşünmek içili yaratılmıştır; ancak, yayın kabiliyeti olmayan düşünce, verimsiz bir halde kalmaya mahkumdur. Basın özgürlüğü olmadıkça bu sağlanamaz." diyor ünlü Fransız matematikçi, fizikçi ve düşünür Blaise Pascal. 

Bugün özgürlükçü, demokratik, hukuk devletlerinde herkes tarafından kabul edilen ve desteklenen 'Basın Özgürlüğü' kavramı,  İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin en önemli maddelerinden biridir. Bir başka gerçek ise yasama, yürütme ve yargıdan sonra 

basının dördüncü kuvvet olduğudur. Basının en önemli fonksiyonlarından biri haber ve bilgileri topluma doğru ve tarafsız bir biçimde sunmasıdır. Bu aşamada gazetecilerin gerçeği iletme konusunda karşı karşıya kaldıkları her türlü sınırlama ve baskı, demokrasilerde en temel hak olan 'haber iletme' ve 'haber alma' hakkının ve özgürlüğünün ihlal edilmesi anlamını taşır. Bugün Türkiye'de en çok tartışılan konulardan birisi de budur. 

AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İspanya'da NATO Zirvesi’nin bitiminde yaptığı basın toplantısında,

Türkiye’de fikrinden dolayı cezaevinde olan hiç kimsenin olmadığını iddia etti. Erdoğan, “Benim ülkemde cezai bir durum olmadıkça gazeteci kalemşor fikir bunlardan cezaevlerinde olanlar yok. hepsi bunların sadece dezenformasyon” dedi. Ben Erdoğan'ın bu sözlerine;

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin (TGC) verilerine göre 28 gazetecinin cezaevinde olduğu bilgisini ve Türkiye, Sınır Tanımayan Gazeteciler'in (RSF) 2022 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde Türkiye'nin 180 ülke içerisinde 149'uncu sırada yer aldığı bilgisiyle yanıt verirken, Erdoğan'ın bu sözlerinin gerçeklerle örtüşmediğini bir kez daha vurgulamak isterim. Basın özgürlüğünün olmadığı yerde öteki özgürlüklerden söz edilemez. Basın özgürlüğünü olumsuz yönde etkileyen uygulamanın en başında 'sansür' gelmektedir. Tarih baktığımızda Türk basınında sansür yeni değil oldukça eskidir. Osmanlı'nın Abdülhamit döneminde sansür en doruk noktasına ulaştığını bir kez daha belirtmek ve bugün Abdülhamit anlayışını kimlerin desteklediğini de anımsatmak isterim.

Sansür dışında basın özgürlüğünü kısıtlayan  etkenlerden bir diğeri, gazete çalışanlarının iş ve sendika güvencesinden yoksun olarak görevlerini sürdürmeleridir. Kişisel güvenliklerinin sağlanamaması, düşüncenin suç olarak kabul edilmesi, her türlü dağıtım engeli, basının tekelleşmesi ve basının devletle ticari ilişkilere girmesidir. Günümüzde basın özgürlüğünü kısıtlayan bu etkenler içerisinde, sektördeki teknolojinin hızlı gelişimi ve sermayenin belli bir noktada yoğunlaşmasıyla gündeme gelen tekelleşme olgusu ön plana çıkmaktadır. Çağdaş basın özgürlüğünü savunanlar tekelleşme tehlikesi karşısında, sosyal devlet anlayışının gereği olarak, kamu yararının korunması açısından devletin konuya ağırlık vermesini istiyorlar ve doğrusu da budur. Basının, serbest rekabet ortamında bir ticari işletme olduğu da bir başka gerçekliktir.

Öte yandan basın özgürlüğünü koruyabilmek ve sürdürebilmek için varolması gereken bir başka kavram da basın ahlakıdır. Özgür bir basının uyacağı ahlak kurallarını kimsenin basına zorla kabul ettiremez. Bunun için basının kendisi ahlak kurallarını belirlemeli ve uygulamasını da kendisi yapmalıdır. Bu noktada devlete düşen görev, basın Özgürlüğüne müdahale ekmemek, basının kendi ilkeleri doğrultusunda kendi denetimini kendisinin sağlaması için zemin hazırlamak olmalıdır. 

Gazetecilik mesleğinin saygın ve özgür bir biçimde yerine getirilmesi için Basın Meslek İlkelerine de uymak gerekmektedir.

Hukuksal açıdan da bakıldığında "ülkemizde basın özgürlüğü, 1982 Anayasası'nın 28. maddesinde yer alır.

Ülkemizdeki basın özgürlüğü, geleneksel Batı demokrasileriyle karşılaş tırıldığında, yakın geçmişte elde edilen tüm hukuksal kazanımlara rağmen, hala bazı noktalarda yetersizdir. Bu yetersizliklerin giderilmesi için gösterilecek gayret önce basının kendisinden gelmelidir. Aksi takdirde kendi iç düzenini ve prensiplerini oturtamamış bir basın, bugün olduğu gibi her türlü dış müdahaleye ve baskılara maruz kalacaktır. Basın özgürlüğünün, bireylerin haber alma özgürlüğünün vazgeçilmez tamamlayıcısı olduğunun altını çizmek isterim. Basın özgürlüğünü kullanarak habere ulaşan ve onu halka duyuran gazeteci kendi kişisel hakkının ötesinde, basın özgürlüğü hakkını toplumsal bir yarar doğrultusunda kullandığının farkında olmak zorundadır. Basın özgürlüğünün ve saygınlığının korunması için basının denetlenmesi görevinin, yine meslekten gelen ve bu işi gönüllü olarak yapan kişi ve kuruluşlar tarafından gerçekleştirilmesi, sadece bağımsız ve demokratik bir devlet için değil, aynı zamanda o ülke vatandaşlarının yurttaşlık  görevlerini en üst düzeyde yerine getirebilmeleri için de, varılması hedeflenen

bir amaç olarak anlaşılmalıdır. Aksi takdirde, yasal birtakım önlemlerin alındığı bir ortamda, basın ahlakı ve basın özgürlüğü kavramları somut olarak gerçek yaşamın içinde yerlerini alamayacaklardır. Yine gazeteciler Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, basın kartlarını meslek örgütleri tarafından vermesini şiddetle talep etmektedirler. O halde, basının kendisi için oto kontrol mekanizmasını çalıştırması önemli bir mesleki faaliyettir ve bunun ara verilmeden devam ettirilmesi ülkede yaşayan herkesin ve basın özgürlüğünün yararına olacaktır. Sonuç olarak, Basın özgürlüğü, satılmışların elindeyse, yalanın silahıdır."