İnsanın en ilginç icatlarından biri devlet, diğeri de hukuk olsa gerek.

Tarih boyunca, çeşitli şekillerde var olan ancak varlığını da son bulmasını da insan kitlelerine bağlamış; bir tarafı insandan soyut olduğu iddiasında, diğer tarafı ile insansız olmayıp da her insanı da istemeyen bir çelişkiler yumağı.

İnsan kurgusu ama insan tarafından sürekli değiştirilmek istenen bir eser; bitmiş bir şaheser değil, sanat değil, bilim değil ama biteviye hem sergi salonunda hem sokakta hem astronomi laboratuvarında.

Ruhu, ulvi yüceliklerle gökyüzüne atfedilmişken, sillesi yeryüzünden yankılanan bir cisim, bir madde.

Ve bu insan yaratısını dizginlemek için oluşturulmuş sözleşmeler, anayasalar, yasalar, kurallar.

Sayılamayacak kadar çok saatlik insan emeği, milyarlarca sayfalık düzenlemeler, karşılıklı anlaşmalar, büyük sözler, konuşmalar…

Sonuç; büyük bir çoğunluğu açlık sınırında yaşayan insanlık, büyük bir çoğunluğu düşüncelerini ifade etmekten yoksun insanlık, savaş tehdidi, yaşam kaygısı altında yaşayan insanlık, bu dünyada neden var olduğu sorusunu sormak gibi insani sorgulamaları da bıraktığı diğer her şey gibi diğerlerine bırakmış/bırakmak zorunda kalmış insanlık.

***

İnsan, adına hukuk dediği bir sistemle çelişkilerini hafifletmeye, yüzyılların getirdiği ağır yükü taşımaya, hukukun ve sistemin devamında bir ışık aramaya devam ediyor.

Dünyanın hukukun az çok bulunduğu yerlerinde, insan, ölüme, açlığa, yoksulluğa, göçe değil belki de bunların nasıl yönetilebilir olduğuna kafa yoruyor.

Durulmayacak ve bitmeyecek olduğunu içten içe çoktan kabul etmiş olduğu bir gerçekliğe ‘adalet’çikler arıyor.

Sistem, sorunlarının hukuk tarafından yönetilebilir olduğu düşünülüyor, hukuk; sistemlerden bağımsız bir alanda değil, sistemlerin toprağında büyüyor. Felsefecilerin yüzyıllar önce söyledikleri hukuk-sistem ilişkine ait sözler gözümüzün önünde 8 milyarlık bir sinemada oynuyor ve izliyoruz.

Meksikalı göçmenlere duvar ören Trump ile tecavüze uğradığı birimde tutulmaya devam edilen kadının hikayesi[1] benzer hukuk bakış açıları altında irdeleniyor.

Esenler’de bir çocuğun tezgahına zabıtanın el koyması da[2], İngiltere devleti tarafından aşı[3] üreten firmaya verilen dokunulmazlık da benzer hukuk bakış açılarının adaletinde varlık buluyor.

Ancak adalet tecelli edemiyor, adaletin tecellisi büyük bir ütopya olarak kabul edilirse, adaletsizliğin biraz olsun giderilebilmesi de mümkün olmuyor; çünkü hukuk da politika da, sistemler de; yönetilebilir bir adalet arıyorlar, adaletin yönetilemez bir insan duygusu olduğunun farkında olmadan adaleti yönetmeye çalışıyorlar.

Bir çocuğun çalışmaması gerektiği sorgulanmadan, en azından elindeki tezgâhı almayın da evine ekmek götürebilsin adaletine razı gelmesi bekleniyor insanlığın.

***

Slavoj Zizek son röportajında pandemi süreci sonrasına ilişkin şöyle bir tespitte bulunuyor;

Umut edilebilir ama paradoksal bir şekilde! Umutsuzluğun cesaretini savunuyorum. Umut etmek istiyorsak, eski hayatımızın bittiğini kabul etmeliyiz. Yeni bir normal icat etmeliyiz. Gerçeklikle olan temel ilişkimiz değişti - dünyayı nasıl görüyoruz, onunla nasıl etkileşim kuruyoruz. Gerçeklikle ilişkimiz kökten koptu. Bunu ne kadar çabuk kabul edersek o kadar iyi.[4]

***

Nazım da şöyle diyor;

Büyük insanlığın toprağında gölge yok

                                        sokağında fener

                                        penceresinde cam

ama umudu var büyük insanlığın

                                        umutsuz yaşanmıyor.

***

İnsan merak ediyor; umut insandan mı gelecek acaba?