Bir ülke insanın, yani bir vatandaşın ülkesi adına nelere sevinebileceği konusunda bir reçetenin olmadığı aşikar. Birilerinin ise ısrarlı biçimde buna sevinmezsen vatan hainisin, buna sevinirsen vatansever yaftasını yakıştırmaları da elbette anlamsız. Ama anlamsızlığın tespitini yapmanın da bir faydası yok çünkü anlamsızlık aslında bir ideoloji olarak karşımızda duruyor.

Bu anlamsızlığı günlük bir tartışma yöntemi veya argümanlarla karşılama olanağı yok. Karşılıklı önermeler öne sürerek belli bir noktada uzlaşmak veya en azından kişilerin farklı düşünebileceklerinin doğal olduğu, bunun bir ayrışma değil aksine bir bütünleşme olduğu, farklı görüşteki insanların zenginlik yaratacağı, muhalefet etmenin, eleştirel olmanın doğruyu bulmada, doğruyu yapmada önemli ve gerekli basamaklar olduğu; tek doğru yaklaşımın, insan gruplarını yönetmede başarısız bir yöntem olduğu ve defalarca bu durumun ispatlanmış olduğu -bkz. İkinci Dünya Savaşı, Şili, Arjantin vb.-, gibi tespitlerin tartışmanın karşı tarafı için bir anlam ifade etmediği uzun süredir bilinen bir gerçek.

Bu aşamanın sonrası ise ‘olmaması’ gerekenler değil artık ‘olması’ gerekenlerin dayatılmasıdır. Ne olunması gerektiğinin kendilerine söylenmesi ve uygulanmasıdır. Bağnazlığın başladığı yer tam burasıdır. Bağnazlık tek ve subjektif bir doğrunun dayatılması ve tek doğrunun egemenliğinde yaşam sürülmesidir. Kavramların bilimsel gerekçeler olmadan yerinden oynatılması bilinçsiz bir çaba değildir, içi boşaltılmış kavramların uygulanamaz hale getirilmesidir.

Mesela, sıklıkla bulunan ama bir türlü çıkartılamayan doğalgaz veya petrol yataklarına ilişkin, daha önce bulunanlar ne oldu, ne zaman çıkartılacak, çıkartma maliyeti nedir, halkın yaşamına katkısı ne olacak gibi sorular vatan hainliği çizgisinde değerlendirilmektedir.

Mesela, artık dış politika için sıklıkla duyduğumuz ‘yok hükmünde’nin, başka ülke veya Avrupa Birliği gibi birliklerin yapmış olduğu anlaşmalar veya almış oldukları kararlar için kullanılması ve tüm dış politikanın neredeyse ‘yok hükmünde’ terimi ile ifade edilmesindeki ilginç durumdur. İki ülkenin birbiri ile yaptığı anlaşmayı yok hükmünde tanımlamamız, ne o anlaşmayı yok hükmünde kılar ne de diplomatik bir zafer yaşatır. Yok hükmündenin iç hukuktaki kabaca karşılığı hukuken dayanaksızlık veya açıkça hukuka aykırılık anlamına gelmektedir ki, diplomaside kullanımının pek mümkün olmadığı açıktır. Olmayan bir kavramla diplomasi yürütmek de aslında diplomasinin değil içe yönelik propaganda araçlarının çalıştığı anlamına gelir.

Politik durumu, bu şekilde tespit etmek olasıdır, ancak bu şekilde yürütülen bir politik döngüye karşı ne tür argümanlarla yanıt verilmesi gerektiği de tespitler kadar önemlidir.

Yanıt vermemek bir yöntemdir; asparagas veya balon bir yönelim zamanla sönümlenecektir, asparagas veya balon değilse, bir şekilde halkın yararına olacaktır ve propaganda aracı olmaktan çıkabilecektir, öte yandan yönetenin görevi zaten halkın yararına çalışmaktır.

Desteklemek bir yöntemdir; kamunun yararına olduğu düşünülen her yeniliği destekleyerek bir ters propaganda aracı haline dönüştürmeyi engelleyebilir. Karşı çıkmak, tartışmak, muhalefet etmek bir yöntemdir; kamunun bilgilenmesi, halkın itiraz edebilmesi için çaba göstermektir. Ama tüm bunların hepsi, yönetenin belirlediği gündemin taktikleri olabilir ancak. İster görmezden gelinsin, ister desteklensin, ister karşı çıkılsın yönetenin gündeminin dışında olmadıkça, verilen tepki yeknesak, bir amaca güdümlü ve güçlü olmadıktan sonra, yönetenin taktiğinin dışına çıkmayacak ve orada erimeye mahkum olacaktır. Sosyal medyanın getirdiği yeni bir politika şekli mevcuttur; zorunlu politika veya zorunlu politik. Zorunlu politika yapan veya zorunlu politik, işi bu olmadığı halde ve hatta istemediği halde, gidişata, özgürlüğüne dokunan çizgilere sesinin duyurabileceği tüm alanlarda kendini itiraz etmek zorunda hisseden kişidir.

Politika, üst düzey bir uğraş değildir, özel seçilmişlere ait bir uğraş hiç değildir, çoktan gökten yere inmiştir. Politikacının, özelikle muhalif profesyonel politikacının, zorunlu politiklerlerden öğreneceği çok şey vardır. Politik yöntemin gelişimi, aynı yerden birbirine bakan zıtlarla pek mümkün gözükmemektedir. Her olgunun ve her kişinin politik olduğuna ilişkin bir durum olduğu zorunlu politiklerce çoktan tespit edilmiştir. Sosyal medyanın, basının ve diğer kitle iletişim araçlarının bu kadar denetim altına alınmasına ilişkin girişimlerde bulunulmasının amacı budur, çünkü zorunlu politiklerin kalan yaşam alanları bunlardır. Aksi halde, Sosyal Medya Adalet Dağıtma Müessesi, ki o bile bazen hatalı işleyebiliyor, adaletin bir şekilde tecellisine bu kadar yaklaşamazdı, zorunlu politiklerin tuşları bu kadar etkili olamazdı.

Zorunlu politiği yönetmeye çalışmak, hükümet edenin yapacağı bir hatadır; muhalefet eden, ne zorunlu politiğin arkasına takılmalı ne de önüne geçmeye çalışmalıdır, muhalefet edenin görevi, zorunlu politik kişide bulunan amatör anlayışı ve kendini itiraz etme zorunda hissetme ruhunu kazanmaktır. O zaman, stratejik ve özgün bir politika izleme şansına sahip olabilir.