Bakın doğruyu söyleyin zaman makinesi bulundu mu?

Eyyyyy bilim insanları, boş boş oturup durmayın, zaman makinesi denen şu muhterem aleti, artık icat edin. Bizi bu karmaşadan, üzerimize silah gibi doğrultulan teknolojiden, bilgi kirliliğinden kurtarın. Bakın işinize karışmak gibi olmasın ama bu muhteremi yaparken “Geleceğe Dönüş”filmindeki gibi araba şeklinde tasarlarsanız sevinirim. H. G. Wells’in Zaman Makinesiromanındaki gibi bir kapsül şeklinde olursa, astımım ve klostrofobim var, ben binemem haberiniz olsun.

Şu makine icat edilsin. İnanın gelecekten bir şey beklediğim yok. Geçmişime dönmek istiyorum. Şimdi durup dururken bu nereden aklıma geldi. Hemen açıklayayım, ezber bozan tarihçi Cemil Koçak’ın Geçmişiniz İtinayla Temizlenirkitabını rafta görünce olanlar oldu. Bende film koptu… Sorular sorular…

Toplumsal hafızamızın yok denecek kadar az olduğunu bilmem hatırlatmama gerek var mı?

Ben, kendi geçmişimi, ne zaman itinayla silmiştim?

Kendi iç dünyanıza yaptığınız yolculuklardan birinde bu soruyu hiç sordunuz mu? Üzülerek belirtmeliyim ki ben sormamışım.

Çocukluğumun, gençliğimin geçtiği yıllar ve Gültepe semti aklıma geldi. Bir anda geçmişime döndüm. Yalnız bir şeyler eksikti. Çekilmiş, bitmiş filmin ben sadece fragmanını görüyordum. Eksik bir şeyler vardı hayatımda. Unuttuğum belki de hatırlamak istemediğim.

Çocukluğum, çatısı akan gecekondular... Bir varoş semtin her sabah gün doğmadan kalkan fabrika servisleri, kışın su almış yırtık ayakkabıların içindeki çorapsız, soğuk ayaklar. Bütün hafta çalışıp hafta sonlarını, sigara dumanından insanların birbirini zar zor gördüğü bir kahvehane sandalyesinde geçirip dinlenmeye çalışan babalar. Elleri tütün kokan analar. Her pazar anne, baba ve kız kardeşle yapılan güreş müsabakaları, pazar kahvaltıları...

Bütün bunlara rağmen mutlu bir çocukluk geçirdim.

Şimdi zaman makinesi olsaydı, çocukluğuma dönüp soluğu, bisiklet almak için planlar yapan sekiz yaşında iki arkadaşın yanında almak isterdim. Kaybettiğimiz; çabalarına, coşkularına, hırslarına (kötü anlamda bir hırs değil) ortak olmak isterdim.

Hiç okula gitmek istemezdik, şimdi düşündüğümde daha iyi anlıyorum. O zaman sokaklar bizim evimiz gibiydi. Arkadaşlarımızdan, oyunlardan ve en önemlisi de sokaktan ayrı kalmak bizi korkutuyordu. Ressam için tuval ne ifade ediyorsa, bizim için de sokak o kadar önemliydi. İşin en kısa yanıtı, sanırım biz sokak çocuğuyduk.

Gültepe’de oturmamıza rağmen, maddi durumu iyi olan bazı komşular bizi böyle fişlerlerdi. Çocukları tembihli olduğu için bizimle oynamazlardı. Yani bizler (sokak çocukları) fişlenmeye altı, bilemediniz yedi yaşında başlamıştık.

Sokak çocuğu nedir?

Annesi babası çalışan, evde yalnız kalan, sürekli sokakta olan, üstü toz, kir, pis içinde, kışın burnu akan, sümüğünü koluna silen, değnekten atı olan, ‘Suratını köpek yalasa doyar!’ sözlerine maruz kalan çocuklar.

Bazı sabahlar gördüğünüz rüyayı hatırlamaya çalışırsınız. Kopuk parçalar halinde bir film karesi gibi gözünüzün önüne gelir. Aradaki parçaları kaybolmuş bir yapboz misali, bir türlü resmin bütününü göremezsiniz. Siz ne kadar benim hafızam süper, geçmişimi tam olarak hatırlıyorum düşüncesinde olsanız da geçmişe her dönüşte yeni ve farklı bir “siz”le karşılaşırsınız.

Cemil Koçak’ın bir kitabının ismi beni nerelere getirdi. Belki sizi geçmişinize götürdü.

Geçmişimi ne zaman itinayla sildiğimi düşündüm. Hatırlayamadım…

Peki ya siz, geçmişinizi ne zaman itinayla sildiniz?