İnternetin imkânları ile birlikte her geçen gün yeni gelişmelerle karşılaşabiliyoruz. Olumlu yanları olduğu kadar olumsuz yönleri de karşımıza çıkabiliyor. İlk yazımda söz etmiştim; salgın sürecince insanların evlerine çekilmeye başlaması, evden yürütülebilen bazı içerikler oluşturmamıza da bahane olmuş oldu. Bu dönemde podcastler’in (kişisel radyo programları) yaygınlaşması, zoom üzerinden düzenlenen konferanslar, iş görüşmeleri, söyleşiler hatta atölyeler, senaryo çalışmaları veya bireysel yapılan işlerin bir video görüntü kanal aracılığıyla görücüye çıkması gibi. Aslına bakarsak salgın sürecinin dayattığı bir şey olsa da bize bu konuda cesaret vermiş oldu. Artık birçoğumuz evimizden sesli veya görüntülü yayın yapabilecek basit teknik ekipmanlara bile sahibiz.

Dijital platformların genelde daha iyi prodüksiyonlarla ve titizlikle çalıştıkları kesin fakat Youtube, Twitch vb. platformlarda maalesef bu titizlik meselesi göz ardı edilebiliyor. Aslında canlı yayın yapmıyorsak, hata veya toplumda ayıp olarak nitelendirilebilecek veya toplumun bir kısmının aslında beklediği basit hassasiyetlerin bilerek ya da bilmeyerek kırılması kurgu aşamasında çıkarılabiliyor. Böyle basit bir uygulama profesyonel olmayan işler için de geçerli aslında. Çünkü bir video içerik üretiyorsanız artık video işleme programlarına da zamanla hakim duruma geliyor (dolayısıyla sık gözden geçiriliyor) veya zaten bu işlerden anlayan biriyle çalışmanız gerekiyor.

Üzerine bir kaç şey söylemeden geçmek istemediğim bir hadise yaşandı geçenlerde. Son dönemlerde takip ettiğim kadarıyla popüler bir format haline dönüşen “filtresiz sohbet” adıyla nitelenen bir yayın türü rağbet görmeye başladı. Bunu biraz açmak gerekirse; sosyal medya personası veya herhangi bir yayıncı kimliği taşıyarak değil tamamen kendiniz olarak, kendi dost-ahbap çevrenizde nasıl davranıyorsanız, neler konuşuyor ve nasıl konuşuyorsanız bu şekilde belirlenen bir tema, konu üzerinde sohbet etmek diyebiliriz. Salgın sürecinin başlarında bazı ünlü oyuncuların kişisel Instagram sayfalarından bunu denediğini hatırlıyorum. Açıkçası bana hitap etmeyen bir format, ben geleneğin iyi yanlarını alarak (kime göre neye göre tartışılır) üstüne yeni neler koyulabilir diye düşünen bir kafadaydım her zaman. Doğrusu budur diyemem ama geçmişte olan her şey geçmişte kalmıyor, gelecekte aynı hatalara düşmemek için bile geçmişin tecrübelerinden yararlanmak mümkün. Dolayısıyla geçmişte olan her şeyi yıkarak yeni bir şey kurma fikri belki bazı ufak şeylerde işe yarıyor olabilir.

İsmi pek de lazım olmayan bir Youtube kanalında program sunucunun “bilmem kimden duydum” gibi (ki ben duyduğuna hiç inanmıyorum, uyduruyor muhtemelen) bilmem kaçıncı şahıslar aracılığıyla, doğruluğunu bilmediği bir konuda Türk Tiyatrosu’na katkıda bulunmak için büyük çabalarla araştırmalar yapmış, Anadolu’yu dolaşarak, Köy Seyirlik oyunlarını belgesel hâline getirmiş, adeta bir tiyatro arkeologu olan Nurhan Karadağ gibi bir bilim insanına yönelik yapılan içi boş, kişinin hatırasına saldırıya kadar varacak, sunucunun anlamını bile bilmediğini düşündüğüm ithamlarda bulunması canımı sıkmıştı ve gördüğünüz üzere hâlâ üzerimden bu kızgınlığı atamadım. Sunucunun çiğ ve rahatsız eden üslubu da eleştirilebilir tabii. Anladığım kadarıyla bu programın müdavimleri de bu üsluba sahip, eleştirileri aynı çirkin üslupla savuşturmaya çalışan sosyal medya personacıklarıydı.

Bazı kişileri rahatsız etmek gerekiyor gerçekten o konuda hemfikiriz ama bunu ilk yapanlardan Alfred Jarry’den bir şeyler öğrenilir ve üstüne yenilikler eklenirse ortaya sahici bir format çıkar diye düşünüyorum.