“... Silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar. Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayını mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.” 31 Temmuz 1920’de Mustafa Kemal Paşa’nın Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde subaylara hitaben yaptığı konuşmadan alınan bu bölüm,  TBMM’nin açıldığı o zor şartlarda her şeyin hiç de öyle güllük gülistanlık olmadığını gösteriyor. Bu konuşmanın tarihine dikkat ederseniz, 23 Nisan 1920’den üç sonra yapıldığını görürsünüz.   
 

İlkokul sıralarında tarih dersinde bize tek bir cümle öğretiliyordu. Anlamını kavramaktan uzak papağan gibi tekrarlıyorduk. “23 Nisan 1920’de Atatürk Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açtı”. O kadar. Papağan gibi ezberlediğimiz için olayın önemini ve değerini anlamıyorduk. Günümüzde bazı yobaz çevreler kasıtlı olarak TBMM’nin açılışını değersizleştirmeye çalışıyor. Olayın değerini düşürmek, basitleştirmek için sanki Mustafa Kemal Paşa kendiliğinden, öylesine bir günde gidip, meclisin kapısını açıp, içeri girmiş gibi göstermeye çalışıyorlar. Cehaletin ve yobazlığın tavan yaptığı bir ülkede kulağa şaka gibi geliyor! Hakikaten öyle mi? Her şey bir günde, öylesine kolay, öylesine basit bir şekilde mi oldu?
 

İlk önce TBMM’nin hangi şartlarda açıldığına bakmak gerekiyor. Birinci dünya savaşı yılları, her anlamda yıkım, sefalet, yokluk, yoksunluk, devlet anlayışından yoksun, itibarını kaybetmiş, berbat bir devlet politikası. Enkaza dönüşmüş, parçalanma ve dağılma sürecine girmiş Osmanlı Devleti, alaycı bir dille karikatür malzemesi haline gelmiş. Avrupa’nın hasta adamı sözde “uygar” ! sömürgeci, işgalci ülkeler tarafından masa üzerinde paylaşılmış bile. Daha Balkan Harbinin yaralarını saramadan ardı ardına her cephede ağır yenilgiler alan Osmanlı Ordusu dağılmış, silahları elinden alınmış, toprağını ve milyonlarca askerini kaybetmiş “hasta adam” yolun sonuna gelmiş gibi duruyor. İşte böyle bir ortamda Mustafa Kemal Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açmak için mücadeleye başlıyor. Girişilen mücadeleyi anlayabilmek için dönemim şartlarını Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Tarih Eğitimi Bölümü Araştırma Görevlisi Dr. Erkan Serçe ile konuştuk. Cumhuriyet’e doğru uzanan bu zorlu yolun hangi şartlarda yüründüğünü kısa satır başlarıyla vermeye çalıştık.

Cahil ve yobaz çevrelerin zannettiği gibi meclis öyle bir günde kolay açılmıyor. Cumhuriyete giden yolun en önemli adımı olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışı aşağılanan bir milletin ayağa kalkmasıdır! Türk Kimliğinin yeniden canlanarak, bir devlete dönüşme sürecinde kilometre taşıdır. Türk Milletini tarihe gömmeye çalışanların TBMM’ne, Cumhuriyet’e, Cumhuriyet Devrimlerine ve İlkelerine, Laik Devlet anlayışına ve Mustafa Kemal ATATÜRK’e ısrarla saldırmalarının nedeni de budur ! O nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışını iyi okumak gerekir.