Dünyanın yarısı sadece 41 kişiye ait; dünyanın en zengin kesimi, küresel servetin yüzde doksan dokuzuna sahip.

Matematik ve eşitlik; bilimde kesişen, yaşamda kesişmeyen iki olgu.

Dünyada ve ülkemizde, sürdürülebilirlik sözcüğünü önüne almış birçok kavramdan bahsedilir; sürdürülebilir kalkınma, enerji kaynakları ve benzerleri…

Ortalıkta ne sürdürülebilir kalkınma var ne de diğerleri, olumlu anlamlarında işe yaramıyor sürdürülebilirlik demek ki.

Vahşi kalkınma var, umarsız kaynak tüketimi var, insanlık için değil bir grup özel azınlık için.

Sürdürülebilir sözcüğü dünyada en çok olan durum için kullanılmıyor nedense: yoksulluk.

Sürdürülebilir bir yoksulluk politikası var oysa.

Öldürmeyecek kadar yaşat, ölürse yoksulluktan başka bir gerekçe bul.

Dünya sürdürülebilir yoksulluğun üzerinde kuruldu artık.

Dünyanın yeni soyluluğu; anadan babadan geçebilen, miras kalabilen tek olgusu.

Yaşasın sürdürülebilir yoksulluk!

Sürdürülemediği zaman da sorun yok, sürdürecek milyarlar var nasıl olsa.

Mirasçısı oldukları yoksulluğu, yeni kuşaklara aktaracak milyarlarlar var.

Yoksulluğun bir algılanış şekli var; yamalı pantolon, saçı sakalı uzamış evsiz bir adam, gün içinde bir ekmek alıp alamayacağını bilmemek, kaç gündür aç olduğunu hatırlayamamak, sefalet, ölümün kıyısında yaşamak.

Evet, bu da bir yoksulluk, yoksulluğun yedinci ve son katı belki de.

Peki, ömür boyu iki kişi çalışıp, bir ev alabilmek, ömrünü banka ipoteği altına koymak bir yoksulluk değil mi?

Çocuğumuzun geleceğini garanti altına alabilmek için gelirimizin yarısını eğitime ayırmak yoksulluk değil midir?

İlaç alamayan hasta yoksul değil midir? İşe gitmek için yol parasını düşünen?

İnsani ve temel ihtiyaçlarını gideremeyen her kişi yoksul değil midir?

Maslow, ihtiyaçlar hiyerarşisinde, insanın bir ihtiyacı gidermesinin ardından yeni bir ihtiyacın ortaya çıktığından bahseder.

Peki kimin ihtiyacı ve hangi ihtiyaç önce giderilecektir? Kimi için ekmek, kimi için su, kimi için ise …?

Tüm bu çelişkilerimizi açıklamak için var olan binlerce yıllık hikayelerimiz, efsanelerimiz, romanlarımız nasıl bakar bu işe? Erdemliliğin basiretlerinden söz eden felsefe nasıl bakar? İnsan mutlak iyiliğini dünyada inşa etme iddiasında olan inançlarımız nasıl bakar?

1000 yıldır neden varsın diye sormazlar mı?

Binlerce yıllık insanlık geleneği, tüm dünya mal varlığını dünyanın yüzde birinin üzerine yapmaya mı karar verdi kendi açlığı ve ölümü pahasına?

Victor Hugo, Sefiller’de şöyle yazmış: “"Ölmek bir şey değil, yaşamamak korkunç..."

Yaşamayan milyarlarca sürdürebilen yoksul bir gün şunu der mi acaba; “Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz, biz ise ortadan kaldırılmış yoksulluk.

Orwell’ın Hayvan Çiftliği kitabında anlattığını mı yaşıyoruz: “Şu kısa ömrümüz yoksulluk içinde, sabahtan akşama kadar uğraşıp didinmekle geçip gidiyor. Dünyaya geldikten sonra yaşamamıza yetecek kadar yiyecek verirler; ayakta kalanlarımızı canı çıkana kadar çalıştırırlar; işlerine yaramaz duruma geldiğimizde de korkunç bir acımasızlıkla boğazlarlar.”

Sürdürülebilir yoksulluk, sürdürülemez adalet ve eşitliktir.