On sekizinci yüzyılın sonlarında Avrupa devletlerinin elçilikleri birer birer İzmir’e taşınmaya başlandıktan sonra Medine-i İzmir’de ufak bir sorun hasıl olur; bu kadar hızlı nüfusu artan şehri besleyecek su bulunmamaktadır.

Önce Vezirsuyu Su Kemeri yapılarak Yeşildere’de akan suyun şehre getirilmesi planlanır. Böylelikle şehirdeki elliden fazla çeşme ile Büyük ve Küçük Vezir Hanları suya kavuşur. İzmir’e göç durmamaktadır. Bu kez Girit göçleri vuku bulur ve şehrin nüfusu neredeyse on senelik bir dönemde ikiye katlanır.

İhtiyacı gören bir Belçika firması, projeler çağına uygun olarak Abdülhamit’e Halkapınar gölünün üzerine kurulacak bir su pompası projesi ile gelir. Şimdiki Gıda Çarşısının başladığı yerden Atatürk Stadyumu arasına kadar uzanan, Meles Nehri sularının uzadığı bir göller bölgesidir burası o zamanlar. Diana Hamamları da denen bu göller, 1970’lere kadar varlığını sürdürecek, bir çok Mersinlili çocuk bu göllerde yüzmeyi öğrenecektir.

Yüz yıllardır var olan sular için 4. yüzyılda Himerious şöyle demiştir: Bu Meles Çayı İzmir’in varoşları içinde doğar. Çayın kaynakları pek çoktur ve birbirlerinin yanından çıkmaktadırlar. Bu kaynaklardan oluşan çay, hemen bu kaynakların yanında bir göl halini alır ve bunun her tarafında küçük sandallar, gerek kürekle gerek sahilden yedekleme suretiyle seyredebilirler. Çayın etrafı serviler ve zarif sazlarla bezenmiştir. Çay, çok yakın bir mesafede denize akmaktadır. Fakat bilmem ki akmak tabirini kullanmak caiz midir? Çünkü çayın aktığına delalet edecek bir ufacık şırıltı bile yoktur. Ve gizlice denize karışmaktadır.”

Yüz yıllar boyunca orada var olan ve İzmirlinin güzel günlerde sayfiye yeri olarak kullandığı, yüzmeyi öğrendiği göller artan nüfus ile birlikte şehrin susuzluğunu gidermeye başlar. 1905 yılında saniyede 0,6 litre suyu pompalayan sistem, 1970 yılına gelindiğinde 1,2 metreküp suyu saniyede sisteme pompalamakta ve yılda potansiyel olarak 38 trilyon litre suyu İzmirlilere sunmaktadır. Su var oldukça İzmir kalabalıklaşmaya, İzmir kalabalıklaştıkça su yetmez olmaya başlar. Yeni barajlar, yeni su tutma havzaları, büyük kanal projeleri derken İzmir’in susuzluğu her zaman nüfusu ile bağıntılı olarak gider.

İçinde olduğumuz günlerde yine ve yeniden İzmir’in su ihtiyacından bahsedilmekte. İzmirlinin su tasarrufu yapması ve bunun da evlerden başlatılması gerektiği söylenmekte. Oysa biz tarihten de biliyoruz ki hiçbir çaba hiçbir pompa hiçbir gölet İzmir’in su sorununu çözmeyecek. İzmir kent merkezinin yayılması, insanların Çeşme’den Bayındır’a, Kuşadası’ndan Bergama’ya şehrin her yerine dağılması gerekmekte. Şehir merkezine su getirilmesi için gösterilen çaba, şehrin merkez dışı ilçelerine hızlı tren ulaşımı ve hızlı internet sağlanmasına harcanmalı. İzmir şehrinin sorunları ancak şehrin merkezindeki insan yükünü azalttığımızda mümkün olacak.

Belki o gün geldiğinde Diana Hamamları tekrar su toplar, şehrin tüm ilçelerinden kolaylıkla merkeze gelebilen insanlar tekrar yüzmeyi buralarda öğrenebilir.