Büyük Mustafa, 29 Mayıs 1980 tarihinde, onu ve Altay takımını Çiğli Havalimanına getiren uçağın merdivenlerinden koynundaki Türkiye Kupası ile inerken, takımı karşılayanlar içinde bir kız çocuğunun tuttuğu pankartta “Sana öyle hasretim ki” yazar.

Takım İzmir’e getirdiği kupayı, nesiller boyu anlatılacak bir mücadele ile kazanıyor. Ümit Kayıhan’ın İzmir’de attığı golle 1-0 kazanılan maçın rövanşı, İstanbul’da İnönü Stadı’nda oynanıp 1-1 sonuçlanınca, Altaylılar sevinmeye başlıyorlar. Fakat 12 Eylül öncesinin gergin ortamında, on binlerce Galatasaraylının önünde, hakemin “alkollü” diye ağzının koklandığı bir sirkte, kupa Altay’a verilmek istenmiyor. Kaptan Büyük Mustafa “Biz bu kupayı kazandık, bu sahada kaldırırız” diyor. Taş, bozuk para, çakmak, ayakkabı yağmuru altında sökülür o kupa oradan, getirilir İzmir’e. Gelen sadece kupa olmaz. Kupa alınıp müzeye kaldırılırken, bu Egeli keçi inadının mücessemleştiği, bir İstanbul takımının başına gelmeyecek öykü de Büyük Mustafa sayesinde gönlümüzün en müstesna yerine konulur.

Buraya Büyük Mustafa’yı övmeye gelmedim aslında, bu şehri İzmir’i, büyük olmak için, daha mutlu daha zengin, daha itibarlı olmak için bırakanlara, bırakmak isteyenleredir bu yazı. İzmir için çok büyük olduğunu düşünmek, bu beş milyon olsa bile hala taşralığını kaybetmemiş bu şehirde hayatını sürdürmek isteyenler için bir yazı. Kavafis’in şiirinde bahsettiği “Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim,” dedin, / “bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.” diyenler için bir yazı.

Denizli, 1983 sezonunda Galatasaray’a transfer olur. Bir sezon sonra futbolu bırakacak ve kendi deyişiyle Derwall’in peşinde “kedi” gibi dolanacaktır. İçinde hep o taşra çocuğunun minnettarlığı ile “hiç bir şeyi hak etmediğini” düşünerek, hiç bir laftan, hiç bir duruştan alınmaya hakkı olmadığını düşünerek öğrenebileceği her şeyi öğrenir. 88 yılında Galatasaray’ın başına geçer. Ben dahil bir çok İzmirli seksenler çocuğunun Mustafa Denizlili olması orada başlar. Babalarımızın sarı vosvoslu Büyük Mustafası, bizim için “Büyük adam olduğumuzda onun gibi olunacak” adama dönüşmektedir. 1988 sezonunda, İzmir Mustafasını, Galatasaray Steaue Bükreş maçında sinesine basar. Bir İzmirlinin bir daha göremeyeceği yerleri geçin, şampiyonlar liginde yarı finali bir daha hiç bir Türk takımı göremez o günden sonra.

Türkiye’de yetmez artık ona, Almanya’ya gider. “Turken Raus” denilen günlerin en sertlerinde, yapamaz Mustafa geri döner. Doksanların ikinci yarısı Türkiye Milli takımı dönemidir. Güzel şeyler olunca “şanslı” denilen “adamları var, korunuyor” diye hakkında yorumlar yapılan, kötü şeylerde ise onlardan olmadığı bir bir anlatılan insandır Denizli. Tüm başarıları, tüm gidilmedik yerlere gitmesi bile onu onlardan yapmaz, “İçimizdeki İrlandalılar” dedirtecek kadar doldurur bu iş onu. Üç İstanbul takımını şampiyon yapsa da, hepsini çalıştırırken onlardan olduğunu göstermek için acayip laflar da etse, Galatasaray ile yarı finale, Türkiye ile çeyrek finale kalsa da, Mustafa’yı bir İzmirliyi asla aralarına almazlar. Biz görürüz bunları, biz duyarız bunları, biz hissederiz bunları da, yapamayız bir şeyler. Ama tüm bu günler içinde ne Orhan hocasını, ne onunla birlikte takım tutan İzmirli çocukları bir saniye bile mahcup etmez.

Urlalı Seferis’in bir şiiri vardır dönmek hakkında: “Nasıl ki kalkar, doğup büyüdüğün şehre gidersin bir gece / ve bakarsın temelinden yıkılıp yeniden kurulmuş o şehir / ve yakalamaya çalışırsın geçen yılları / onları yeniden bulmanın umudu içinde.” Bu şehir Mustafa Denizli’nin bıraktığı şehir değil artık. Biliriz, ama hoş geldin Büyük Mustafa, yeniden inşa etmek için, yeniden kupaları söküp almak için biz buradayız. Sana öyle hasretiz ki.