Özgür bir basın mümkün başlıklı ilk yazımda, aslında tüm ülkenin sorunu olan ancak bağlı ve bağımlı medyada tartışıl(a)mayan, yerel ve ulusal ölçekte çalışan basın kuruluşları için bağımsız bir yapılanmanın, yerelden başlayarak genele doğru başka bir bakış açısı ile gerçek bir basın özgürlüğüne evrilmesinin gerekli ve mümkün olup olmayacağını, İzmir örneği çerçevesinde tartışmaya çalışmıştık.

Bu yazıda ise, bu modelin nasıl oluşturulabileceği, dünyadaki örneklerinin neler olduğunu kısaca anlatmaya çalışacağım.

Ancak, model örneklerine geçmeden önce ülkenin içinde bulunduğu durumun tespitinde fayda olduğunu düşünüyorum. Önceki yazıda belirtildiği gibi, Türkiye, hem Sınır Tanımayan Gazeteciler hem de Özgürlük Evi(Freedom House) verilerine göre dünyadaki basın özgürlüğü sıralamasında en sonlarda yer alan ülkelerden biri durumunda; bu olgudan yola çıkıldığında basın özgürlüklerini sınırlayan etkenlerin tespiti ile bu etkenlerden hangi veya hangilerinin nasıl aşılabileceği sorununa yanıt bulmak gerekiyor.

Ülkedeki basın özgürlüğünün bu noktaya gelmesindeki en temel neden, demokrasi ve temel insan haklarından uzak politik yaklaşımın olduğu açık olmakla beraber basın özgürlüğünü etkileyen başkaca etkenler de mevcuttur; Politik yaklaşımın bu şekilde olmadığını varsaydığımızda:

  • Monopoller(basın tekelleri),
  • Basın yanında diğer ticari alanlarda da fiyat kontrolü yapabilen geniş yayılımlı uluslararası veya ulusal düzeydeki tekellerin basın kuruluşlarını da bünyelerini altına almaları(oligopoller),
  • Yargının işleyişinden ve bakış açısından kaynaklanabilen telif, ifade özgürlüğü, hukuksal haklar, basın mensubunun iş ilişkisinden kaynaklanan hakları, idari cezalar veya cezai sorumluluklara ilişkin durumlar; kısacası hukuksal sorunlar,
  • Yerel ve ulusal basın faaliyetinin kaynaklarına ilişkin sorunlar ve beraberinde gelişen tekelleşme sorunları,
  • Kaynakların veya teşviklerin adil dağıtım sorunları,
  • Politik güç ile basın arasında kurulmuş ilişkinin basın özgürlüğünü etkilemesi sorunları

gibi birçok faktör basın özgürlüğünü etkileyebilir niteliktedir.

Yukarıda belirtilenler ve daha başka bir unsurun varlığında, sorunun çözülemeyecek nitelikte büyük, hatta daha çok veya tamamen merkezi hükümetin çözüm alanında kalacağı düşünülebilir. Bu düşünce, sorun bizden büyük olunca yaşanan umutsuzluk ve çözümlerin başka bir bahara ertelenmesi mümkün olmakla ve bizleri söz konusu durumun getirdiği ruh halinden korumakla beraber, sorunun da kök salmasını beraberinde getirir. Daha aydınlık, daha özgür bir ülkede kökleşmiş sorunların çözümü için de daha çok kaynak, daha çok enerji gerekeceği açıktır. Bahsedilen sorunların bir kısmının bile çözülmesi veya çözülebilmesi için modeller üretilebilmesi ise hem geleceğin aydınlatılması hem de sorun yığınlarından uzak durulması açısından önemlidir.

Tüm bu olgular ışığında, yazının bundan sonraki kısmında basının ve özellikle yerel basının özgürlüğüne, yaşamasına ve bağımsızlığına ilişkin temel engellerden biri olan ekonomik sorunlara ve bu bağlamda neler yapılabileceğine ve nasıl modeller geliştirileceğine değinmeye çalışacağım.

Dünyada, daha doğrusu özgürlük alanları ve demokrasileri gelişmiş ülkelerde, asıl olan basının ekonomik bağımsızlığı ve özgürlüğüdür. Kamu kaynaklarının dışında, kendi ayakları üzerinde durabilen veya durmaya çalışan ve hatta en büyük organizma devletten ve devletin güncel yöneticisi hükümetten uzaklık -bahsedilen fikirsel bir uzaklık değil, ekonomik uzaklık- basının temel etik değerlerinden birini oluşturmaktadır. Bu anlamda, devlet basını(state press) kavramının dışında kalarak, devlet katkısının nasıl gerçekleştiğini gösteren modellere bakmak gerekli.

Uluslararası Basın Enstitüsünün(IPI) yöneticisi Barbara Trionfi, 9 Nisan 2020’de ‘Medya için Devlet Desteği; Asil ama Riskli Bir Önerme’[1] başlıklı yazısında, pandemi koşullarında Avusturya Hükümeti tarafından basına verilen desteği değerlendirme altına aldı.  Yazıda özetle, basın kuruluşları açısından çevrimiçi izlenme oranlarındaki artış karşısında reklam ve satış gelirlerinde yaşanan azalmaya karşı bir önlem olarak devlet desteklerinin bağımsız nitelikli habercilik anlayışını etkileyip etkilemeyeceği tartışılmıştır. Aynı zamanda, Avusturya örneğinde olduğu gibi basım ve dağıtım sayılarına bağlı olarak oluşturulmuş doğrudan devlet maddi desteklerinin ‘Ancak, destek düzeyini tanımlamak için benimsenen kriterler, kaliteli haberciliği veya haber kaynaklarının çeşitliliğini teşvik etmiyor gibi görünmektedir. Bu, acil durum desteğinin gerçekten çeşitli nitelikli haber kaynaklarını desteklemeyi amaçlayıp amaçlamadığına veya hükümet ile önde gelen basın kuruluşları arasındaki mevcut ittifakları güçlendirme arzusu tarafından yönlendirilip yönlendirilmediğine dair soruları gündeme getiriyor.’ değerlendirmesini içeren yazı, ‘Avusturya deneyimi, medyaya yönelik kamu finansmanı sorununun ne kadar çetrefilli olabileceğini göstermektedir: Nitelik ve bağımsızlık için yeterli garantiler olmaksızın değeri hızla zayıflatılabilecek, potansiyel olarak değerli bir girişim. Dikkatli ve temkinli değerlendirmek gerekir.’ tespiti ile sonuca ulaşmıştır.

Görüldüğü üzere kamu destekleri ve kamu desteklerinin nitelikleri, destek kıstasları gibi konular, basın özgürlüğü ve etiği ekseninde değerlendirmek zorundadır.

Yine, IPI’nin başka yazarı olan Jonas Vogel tarafından 10 Aralık 2020’de kaleme alınan ‘Avusturya:Medyaya ilişkin Kamu Reklamlıcılığı için Daha Fazla Şeffaflık Gerekli’[2] başlıklı yazıda, ‘Koronavirüs krizi, kamuya ilişkin reklamlar konusundaki tartışmaya neden olmadı. Ancak mevcut sorunları ve dengesizlikleri daha görünür hale getirdi… Paranın üçte ikisi ülkenin en büyük üç gazetesine (Österreich, Krone, Heute) gitti. Sözde “kaliteli medya” ve bölgesel medya için yapılan harcamalar önemli ölçüde daha azdı… Aslında, harcamaları okuyucularla karşılaştırdığınızda daha da netleşiyor: Tabloid Österreich, 2018'de okuyucu başına 5,15 euro aldı; günlük Kleine Zeitung 1,71 euro; ve günlük Der Standard 0.89 euro…Araştırmayı yürüten Andy Kaltenbrunner, Avusturya hükümetlerinin reklamları dağıtma şeklini "utanmaz, hayal gücünden yoksun ve feodal" olarak nitelendirdi…’ şeklinde tespitlerde bulunmuştur.

Ülkemiz açısından meseleye bakıldığında, henüz bu türden sorunların dahi tartışmaya açılmadığını görmek pek de şaşırtıcı sayılmaz. Diğer taraftan, basın meslek ilkeleri, basına yönelik kamu yardımlarının şeffaflığı gibi konuların konuşulabilmesinin de, özgür bir basın gerektirdiği açıktır.

Ancak, dünyada tartışılan olgu, kamu yardımlarının olup olmadığından veya olup olmamasından öte nasıl dağıtıldığı sorununa odaklanmaktadır. Kısacası, kamu desteklerinin veya kamu reklamlarının verilmesine ilişkin şeffaf ve açık kıstasların oluşturulmasına ilişkin bir tartışma sürmektedir.

‘Medya Krizde: Devlet Müdahale Etmeli mi?’[3] başlıklı makalenin yazarı Miruna Munteanu, 2010 yılında Oxford ve Reuters Gazetecilik Çalışmaları Enstitüsü tarafından yayınlanan makalesinde devlet müdahalesi kavramını Fransa, İngiltere ve Romanya ölçeklerinde incelemiştir. Makalenin içeriğinde devlet yardımlarının şekilleri ve nasıl yapıldığı ve üç ilke ölçeğinde söz konusu yardımların nasıl işlediğine ilişkin veriler tartışmaya açılmıştır. Makalenin başlangıç bölümünde kamu müdahaleleri şu şekilde tanımlanmıştır: ‘Medya ekonomisi araştırmalarının kurucu babası Prof. Robert G. Picard'a göre,

hükümetler düzenli olarak medya piyasalarına müdahale eder. Müdahale, düzenleme, avantajlar ve sübvansiyonlar yoluyla gerçekleşir… Robert G.Picard ayrıca, Devlet müdahalesini sınıflandırmak için üç kriter belirler, bunlar şunlar olabilir:- genel veya özel, - doğrudan veya dolaylı,- seçici veya zorunlu…’

Makalenin devamında incelenen Fransa örneğinde doğrudan yardımlara ilişkin şu tespitler yapılmıştır ‘Çoğulculuğu teşvik etmeye yönelik sübvansiyonlar, düşük reklam geliri veya sınırlı tirajlı… günlük gazeteler ve haftalık yayınlar için mevcuttur. Aşağıda belirtilen yayın organları için ayrı fonlar ve farklı uygunluk koşulları söz konusudur:- ulusal gazeteler (reklam gelirleri tüm gelirin% 25'ini geçmemelidir), - bölgesel, bölümsel ve yerel günlükler (reklamcılık% 15'ten az olmalıdır), - bölgesel ve yerel haftalık yayınlar (baskı başına 10.000'den az)

İngiltere örneğinin incelendiği bölümde ise yerel basın kuruluşlarının mevcut koşulların devamı halinde şu şekilde olacağı değerlendiriliyordu: ‘Enders Media tarafından Haziran 2009'da yayınlanan bir rapor, ülkenin 1.300 yerel ve bölgesel gazetesinin yarısına kadarının önümüzdeki beş yıl içinde kapatılabileceğini öngörüyordu. Rapor, 2007-2013 döneminde bölgesel gazete reklam gelirlerinde % 52'lik bir düşüş ve tirajdaki % 8'lik düşüş öngörüyordu.’ [4]

Diğer taraftan, ilgili makale, yazıldığı yıl itibari ile İngiltere açısından doğrudan devlet yardım veya destekleri söz konusu olmadığını belirtiyordu.

Atıf yapılan kaynaklar ve ulaşılabilen diğer birçok konuyla ilgili yayında, devlet desteklerinin varlığı pek istenmese de mevcut olduğu, ancak devlet desteklerinin şeffaf dağıtımı ile basın özgürlüğünü etkileyecek nitelikte olmaması gerektiği tespitleri sıkça ve yinelenen şekilde yapılmıştı.

Ayrıca, yerel basın organlarının, gerek pandemi koşulları gerek ekonomik nedenler ve yine ülkemize ilişkin politik yaklaşımlar sebebi ile olumlu koşullar içinde uzun bir ömre sahip olmadığı da açıktır.

İngiltere açısından 5 yıl ömür biçilen yerel basının, Türkiye şartlarına ne kadar dayanabileceği ise diğer bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.

Tüm bu tespitler bir arada değerlendirildiğinde, ülke geneli açısından anlamlı bir çıkarım yapmaya olanak bulunmamaktadır. Basın özgürlüğü ile politik durum arasındaki korelasyon, bağımsız ve özgür bir basın anlayışı ile örtüşmemektedir; ülke geneli için merkezi anlamda bir model önerisinin anlamı da işlerliği de bulunmamaktadır.

Bu anlamda, yapılacak öneri yine yerel üzerine kurulmak zorundadır.

Peki yerel anlamda nasıl bir dağılım yapılabilir, yapılmasına gerek var mıdır, böyle bir yükün altına yerel yönetimlerin girmesine gereksinim var mıdır?

Son sorudan başlanacak olursa, ilk yazıda belirttiğim şekli ile merkezi idare ve hükümet ile bu kadar yakından ilgili sorunun tüm yönlerinin yerel yönetimler tarafından çözülmesine ilişkin beklenti gerçekçi olmayacaktır. Yerel yönetimlerin merkezi idareyle yasal ilişkisi, yerel yönetim mevzuatın getirdiği engeller, yerel yönetim denetimleri ve tüm bunlardan daha önemlisi yerel yönetimin doğası, sorunun köklü çözümünde yerel yönetim muhataplığını azaltır nitelikte görülebilir. Ama ülkedeki, politik, sosyal ve ekonomik sorunların çözümü açısından yerel yönetimlerin bir zorunluluk sonucunda oluşmuş konumları, basın özgürlüklerinin, en azından yerel basın özgürlüklerinin oluşmasında önemli bir basamak olabilir ve yerel yönetimlerin fazlaca merkezileşmiş idari yapı ve hegemonya karşısındaki özgürlüklerini de güvence altına alabilir.

İkinci soru açısından ise kıstaslar belirlenmeden verilecek reklamlar, doğrudan ve dolaylı tüm desteklerin tartışmaya açık olacağı ortadadır. Yerelden başlayan politik değişimden bahsedilen bir noktada, basın gibi kamuoyunun aydınlatılmasında en önemli kurumlardan biri olan yapının zarar görmesi, küçülmesi, yok olması veya ülkeyi sarmaya çalışan anlayışa teslim olmasını beklemek, politika üretmenin önündeki en ciddi engellerden biri olacaktır.

Son soru ise bu yazının mihenk taşını oluşturmaktadır: nasıl bir model, nasıl bir dağılım?

Bir model oluşturabilmek ve modelin devamlılığını sağlamak için kurumsallaşmanın önemi ortadadır. Bu anlamda, demokratik ilkelerin hayata geçirildiği ülkelerde benzerleri olan, ancak daha çok merkezi çalışan yapılalanmaların benzerleri hayata geçirilebilir. Bu anlamda gazetecilerin meslek kuruluşu olan Gazeteciler Cemiyeti ile işbirliği içinde hareket edilebilir, gazeteci sendikaları süreçlerin içine dahil edilebilir. Örneğin İzmir için Özgür Bir Basın Mümkün Koordinasyon Merkezi şeklinde bir yapı oluşturulabilir. Benzer şekilde diğer yerel yönetim alanlarında aynı tip yapılar kurulabilir. Kent Konseyleri benzeri yatay ilişkilenmeler içinde örgütlenmiş bu yapılar yerel yönetimin yetki alanlarındaki;

  • Gazetecilik temel ilkelerine uygun yayın yapan basın kurumlarının listesinin oluşturulmasını ve söz konusu basın organlarının gruplandırılmasını(sadece gazete, gazete ve haber sitesi, sadece haber sitesi vb.)
  • Söz konusu listede yer alan gazete ve haber sitelerinin,
    • Baskı sayıları,
    • Dağıtım sayıları,
    • Satış sayıları,
    • Doğrudan istihdam sayıları,
    • Dolaylı istihdam varsa sayıları,
    • Sendikalılık durumu,
    • Sarı Basın Kartı Sahipleri,
    • Sosyal medya erişim rakamları,
    • Internet sitesine erişim rakamları,

Ve konu ile ilgili diğer tespitleri yapabilirler.

Yine,

    • Tespit edilebiliyorsa düzeltme içeren haber sayıları(yıllık)
    • Tespit edilebiliyorsa Gazeteciler Cemiyeti disiplin hukukuna ilişkin durumları,
    • Yayınları içinde ayrımcı dil kullanılıp kullanılmadığı,

Tespitleri ile beraber bir kontrol listesi oluşturulabilir.

Söz konusu kontrol listesinde yer alan her başlık, birim puana sahip olur. Örneğin, basım sayısı 10 puana sahip ise ve yerel yönetim bölgesinde bütün gazeteler toplam 10.000 baskı yapıyorsa ve yine A gazetesi 2000 baskı yapmaktaysa, A gazetesinin basım sayısından elde edeceği puan 2 olacaktır. Yine A gazetesi, toplam 100 gazetecinin çalıştığı yerel yönetim alanında 3 kişi istihdam etmişse, alacağı puan 0.3 olacaktır.

Gazetecilik etiği ve benzeri yaklaşımlarda, subjektif nitelik taşımamak ve ölçülebilir olmak kaydı ile bu skalada yerini alabilir. Bunların toplamından elde edilen puanın, toplam skala puanına oranı ise dağıtım payını oluşturacaktır.

Belirtilen tüm etkenlerin hesaplamasından ortaya çıkan skaladaki ortalama değer doğrultusunda ilan ve reklam gelirlerinin paylaştırılması yapılabileceği gibi 3 aylık dönemlerde yenilenen koşulların sisteme girilmesi ile değişen her duruma göre yeniden bir sıralama söz konusu olabilir.

Bu türden yapılacak çözümler, basın alanındaki istihdam, okura ulaşma, gerçek haber verme gibi temel gazetecilik yöntemlerinin geliştirilmesini sağlayabilir.

Diğer taraftan, İzmir Özgür Bir Basın Mümkün Koordinasyon Merkezi minvalindeki oluşturulabilecek bir yapının tek işlevinin ilan ve reklam gelirlerinin adil ve şeffaf paylaştırılmasını sağlamak olması düşünülemez.

Böylesi bir mekanizma, basın kuruluşlarının ortaklığı ve desteği ile İzmir’e başkaca yayınlar kazandırabilir ve belki de İzmir’in tanınmasına ilişkin bir kampanyanın önemli bir parçası da olabilirler, emek değişimi ile yerel yönetimlerin yapacakları şehir tanıtım çalışmalarını yürütebilirler.

Böylesi bir çalışmanın diğer bir olmazsa olmazı da, Barbara Trionfi’nin yazısında belirttiği basın özgürlüğünün korunması olmalıdır.

Sonuç olarak, her yönü ile ‘Özgür Bir Basın Mümkün!’

Yine sonuç olarak; bu modeli neden İzmir’den başlatmayalım?