Bir zamanların en ünlü klişesi olan ‘her şeyi de devletten beklememek lazım’ sözünün tersine evrim geçirmiş zamanlarını yaşamaktayız. Vatandaş ve devlet ilişkisinin bilinçli yurttaşlık temelinde tanımlanmadığı günlerden kalma bu sözün, 2020 yılına gelmiş bir ülkede ‘yurttaş devletten bekler’e evrilmesini beklerken, devletin vatandaş ile ilişkilenme düzeyini farklı bir çerçeveye çekmiş olması sosyoloji, siyaset bilimi, hukuk gibi birçok disiplin açısından şaşırtıcı olması gerekir.

Vatandaş beklentilerinin karşılanmadığı, toplumsal refah seviyesinin artmadığı, katılımcılığın bulunmadığı sistemler, bir krizden diğerine hızla savrulurken, toplumsal birlikteliği daha iyi bir yaşam, daha katılımcı bir yönetim doğrultusunda yürüten sistemler, yönetsel maceraların oldukça uzağında kalmaktadır.

Şeffaflık gibi, katılımcılık, toplumsal refah, toplumsal huzur gibi kavramların devletin kendi kendine ürettiği kavramlar olmadığı, bu kavramların yurttaşlık bilincine sahip vatandaşlar tarafından yönetsel hayata taşındığı, yurttaşlık bilincinin topluma yayılması ile kalıcılaştığı ve tüm bu sürecin ciddi mücadeleler ile mümkün olduğu da insan-devlet ilişkisinin doğru kurulmasının temelini oluşturduğu da bu durumun en asli unsurlarından biridir.

‘Her şeyi devletten beklememek lazım’ klişesi, hatalı bir yurttaşlık sözüdür. Hatta yurttaş olamamış bir vatandaş cehaletinden başka bir şey değildir. Bu sözü, devlet kuramları, sosyoloji yaklaşımları ile açıklamaya çalışmak, bilimi gereksiz yormaktan başka bir şey değildir; bu söz, devleti de, anayasayı da, ama daha önemlisi kendi insanlığını anlamamış, anlaması da biraz zor olan kör cehaletin, fikirsizlik halidir. Anayasalara veya anayasal metinlere bakıldığında, devletin görevleri ile yurttaşın hak ve yükümlülüklerinin tanımlandığı açıklıkla görülebilir. Söz konusu metinlerde, yurttaşın haklarının, ancak devletten beklemekle mümkün olabileceği olgusu dikkate alındığında ise, yurttaşın devletten istemekten başka çaresinin olmadığı da rahatlıkla anlaşılabilir.

Vaziyet bu iken, en azından dünyanın önemli bir kısmında durum bu iken veya böyle olmasına çalışılırken, yaşadığımız coğrafya da gelinen nokta başka bir cümle ile tanımlanır hale gelmiştir.

Salgın bir hastalığın kol gezdiği bir dönem mi yaşanıyor, salgın hastalık bir ekonomik daralmayı beraberinde mi getiriyor, o zaman pamuk eller cebe, yardım kampanyalarına destek olması gereken bir vatandaş olmak lazım.

Salgın hastalık nedeni ile uzaktan eğitim mi yapılması gerekiyor, hadi bakalım interneti, tableti olmayan çocuklar için bir kampanya veya toplumun genel gelir düzeyi kendi gelir düzeyi arasındaki farkı hayal edilemeyecek şekilde aşmış ama hayırseverliğini kaybetmemiş ünlülerden başının gözünün sadakası olarak yardımların, yoksul ve yoksun çocuklara ulaştırılması ile sorunun üzerine hafif bir rötuş yapmak lazım; naparsınız iyi vatandaş olmak lazım, iyi vatandaş olarak çelişkiyi de, ironiyi de fazlaca görmemek lazım.

Bu da mı yetmedi, o zaman birçok genel tüketim malının üzerine özel bir tüketim vergisi ile sevgili vatandaşın, toplumsal dayanışmaya katkıda bulunması sağlanabilir; iyi vatandaş olmak lazım, iyi vatandaş dayanışandır, kendisinin ne zaman dayanışmaya dahil olacağını sorgulamayandır.

Hiç olmadı, iyi vatandaş diğer iyi vatandaş için askıya bir ekmek asar.

O da mı olmadı mı, muhalefet diye bir şey var, toplumun her bireyinin aynı görüşte olması elbette mümkün değil görüşünden hareketle olsa gerek, bundan rahatsız olanların da muhalefet etmeleri gerekiyor, muhalefet yapmak için muhalif halk tarafından görevlendirilmiş siyasi örgütleri yormaya gerek yok; iyi ve muhalif vatandaş, at sosyal medyaya güzel bir başlık da senin muhalifliğinin peşinden birazcık gelinsin; iyi muhalif vatandaş kendi muhalefetini kendi yapandır; kendi muhalif söylemini üretebilendir.

İyi bir vatandaşsın sen, muhalefet konusunda da bir sınırın olmalı, sınırı aşarsan sonuçlarına maalesef kendin katlanırsın, yürüme, bağırma, yazarken iki kere düşün; muhalifliğin başına bela olmasından öteye geçmeyen bir tehditle aynı minvaldeki bir öğüdün arasına sıkışmış asgari ücretli, asgari yaşamlı bir hayat sürmelisin, değil mi vatandaş?

İyi vatandaşlık veya aslında fark etmiyor iyisi pek muteber olmayan vatandaşlık ile yurttaşlık arasındaki fark burada açığa çıkıyor; yurttaş aynı asgari yaşamı tüm olanların farkında olarak göğüslerken istemekten, bir yurttaş olarak istemekten vazgeçmiyor.

Haliyle, böylesine bir çelişki içinde yaşamak zorunda kalan yurttaş da, kendini fazla zorlayabiliyor, Gündüz Vassaf’ın, Cehenneme Övgü’de yazdığı gibi ‘İyi bir yurttaş, kollektif deliliğin bir parçası olan yurttaştır.’ sözünden öte yol kalmayabiliyor.

Ama her şeyi de vatandaştan beklememek lazım, değil mi?