Devekuşu Kabare’nin Deliler isimli oyununda, Metin Akpınar, müthiş bir ses ve yorumla sahneye girip alkışını aldıktan sonra, “Ecdadımız, dünyada mekân ahirette iman buyurmuşlar” diyerek lafa başlar ve ekler; “Bizde iman namütenahi, fakat mekân namevcut.”

İlk hatırası taşınmak olan kiracı Yolcu Abbas’ın 743 defa taşınması sonucunda kendi deyimi ile hafifçe sinirlerinin bozulmasını izledi bu ülkenin büyük bir çoğunluğu, kasetlerini dinledi, repliklerini ezberledi.

Metin Akpınar’ın binlerce karakteri gibi hafızamıza kazındı.

Yıllar geçti, halkını, milletini çok sevip de onunla “iç içe” geçmek isteyen müteahhitlerin çevremizi kuşatan beton kalelerinin arasında, imanı bilemeyiz ama hala mekân namevcut.

Bir dönemin hatıralarında emekli olup da ev sahibi olmak gibi hayal vardı. Artık kimsenin rüyalarına bile girmiyor. Birileri kooperatifler ile ev sahibi olmak istiyordu; bunun yerini, toplu parası az olan veya olmayana para satıp üç katı ile geri alan bankalar aldı.

Peki üretilen bu kadar konut nereye gitti?

Ülkenin şantiye olmasına yol açan, her yeri tozu dumana katıp, ağaç orman bırakmayan bu yapılar kimin?

Neden insanlar hala ev bulamıyor, yüksek fiyat karşılığı barınma hakkına sahip oluyor veya başımı sokacak bir evim olsun diyerek sermaye kurumlarının para ticaretinin köleleri haline getiriliyor?

Öğrenciler, memurlar neden gittikleri yerlerde, tabana kuvvet, internete kuvvet, kümes gibi bir eve başlarını sokabilmek için çabalıyorlar?

Yanıt Yolcu Abbas’ın öyküsünde aslında.

***

Barınma bir haktır, anayasalarda ve tüm insan hakları metinlerinde doğrudan veya dolaylı olarak tanınmış bir hak olduğu tartışmasız olmasına karşın, yoksunluk ve yönetme ilişkisi arasındaki orantı nedeni ile sopanın ucundaki havuçtur.

İnsan Hakları Ortak Platformunun yayınında “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin 11. Maddesinin 1. paragrafına göre devletler, herkesin barınmayı da içeren yeterli yaşam standardına sahip olmasını sağlamakla yükümlüdür. Ayrıca, bu paragrafta  barınmayı ayrıntılı bir şekilde ele alan Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi 4 No’lu Genel Yoruma göre, yeterli konut hakkının kullanımı hiçbir ayrımcılığa konu olmamalı ve bütün bireyler yaş, ekonomik statü, bir gruba veya başka bir şeye üyelik, toplumsal konum ve diğer faktörlere bakılmaksızın konut hakkına sahiptir. Ayrıca, konut hakkını sadece başımızı sokacak bir çatı olarak değil; aksine güvenli, barış̧ içinde ve insan onuruna sahip bir yerde yaşamak olarak görmek gerektiği de genel yorumda vurgulanmıştır.[1] Barınma hakkı uluslararası metinlere atıfla bu şekilde tanımlanmıştır.

Tanımlar bu şekildeyken, hayat neden aksi yönde ilerliyor sorusuna yanıt aramak gerekli. Dünya ekonomisinin büyük çoğunluğu ve ülke ekonomisi, arz talep dengesi denilen, üretim süreci hiç de alakası olmayan, bir fiyat belirleme yöntemine sahip. Yani üretim değeri veya insan hayatı ile doğrudan ilgisi çok ciddi bir etken olmaksızın, arzı az talebi çok ürünün pahalı olması gerektiğine inanmış, bunu kutsal bir dogma olarak değerlendirmiş ve dogmalarını yüzyıllar önce yaptıkları gibi kafamıza ite kaka sokmaya çalışan bir güruh var, başarmışlar gibi de duruyor. Bu azınlık, aynı zamanda sermayenin çoğuna da sahip. Sosyal devlet ilkelerinin uygulanmasının kâr marjlarını azalttığının bilincinde ve halkın büyük çoğunluğu milenyum köleleri olarak görüldüğünden içlerinden arenaya çıkartılıp gladyatör olacaklara havuçlarını veriyor, geri kalan da havuç almak için sistemin gereklerini yerine getiriyor.

Kısacası, kişilere hukuken yasak, ama devletlere serbest, bir saadet zincirinin son halkasının üyeleriyiz.

Bu türden bir sistemin, barınma hakkı gibi kavramlarla ilgisi yoksullara yardım, yoksul çalışanlara yardım, yardım oğlu yardım anlayışına sahip olur. Sosyal devlet yaklaşımını sergilemek istemez. Sosyal devlet ilkesi içindeki değerlendirmeler, konut ve barınma hakkı gibi insani kaygıları yükselten, gelecek kaygılarını ayakta tutan olgulardan insanın kurtuluşu pek istenen bir şey değildir. Aksi durumda yönetilen insan siyasallaşabilir, politikleşebilir, aman ha yönetim sahibi olmak isteyebilir. En basit anlatımı ile bence durum bundan ibaret.

Peki konut, kira politikası nasıl olmalı, nasıl düzenlenir ve barınma hakkı sorunu nasıl çözülür?

Son yıllarda, sıkça alıştığımız üzere merkezi yaklaşımdan medet ummayarak yerel yönetimlere görev yükleyen bir anlayış sergilemenin doğru olmayacağını düşünüyorum. Anayasal ve yasal olarak sorunun çözümünün tek yetkilisi merkezi otoritedir.

Konut edinme politikalarının mortgage, yani uzun vadeli konut kredisi, tam gerçek anlamı ile “ölü rehin” mantığından, bizim anladığımız şekli ile mezarda mülkiyet ilişkisinden çıkartmak gerektiği ortadadır.

Kira fiyatlarının belirlenmesinde, arz talep dengeleri gibi unsurların dışında bir yaklaşıma gereksinim duyulduğu ortadadır, bu da barınma hakkıdır. Öğrencilerin, memurların yani zorunluluk nedeni ile yerleşim yapmak zorunda kalan insanların, barınma haklarını arz talep gibi bir oyun içinde çözmeye çalışmanın distopik filmlerden hiçbir farkı yoktur ve bu filmi şu anda çekiyoruz. Geleceğin insanları bize, arenada ölümüne savaşlar izleyen insanlar olarak bakacaklar.

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki konut kredisi kaynaklı krizler ve kıta Avrupa’sında uygulanan sosyal devlet politikaları dikkate alındığında çözüm üretme konusunda pek engelle karşılaşılmayacağı ortadadır.

Diğer taraftan, son zamanların moda yaklaşımı, merkezden umut kesmenin bir sonucu olarak yerele aşırı yüklenme ve yerelin birçok sorunda çözüm olmasını beklemek anlayışının biraz değiştirilmesi gerektiğini düşünmekteyim. Elbette ki, yerel birçok kriz sürecinde çok ciddi katkılarla, halk yaşantısının iyileştirilmesinde önemli roller üstlenmiştir ve üstlenmesi gerekmektedir ama geniş ölçekli sorunlarda, bir süre daha yerelden sorunun çözümü değil genele uygulanabilecek modeller üretmesini beklemek daha doğru bir yaklaşım olabilir. Bu anlamda, yerel yönetim, konut ve barınma ilişkisini daha iyi tanımlayıp, bölgesel ölçekli yaklaşımlar ve dar uygulama alanları oluşturabilir.

***

Uzunca anlatmaya çalıştığımızı Erich Fromm kısaca özetlemiş;

Garantilenmiş̧ gelir özgürlüğü, slogan olmaktan öte bir gerçeklik olarak var edileceği gibi, Batı dininde ve hümanist geleneğinde köklenmiş̧ bir ilke de oluşturacaktır. İnsanın, ne olursa olsun yaşama hakkı vardır. Bu yaşama hakkı; yiyecek bulma, barınma, tıbbi bakım, eğitim gibi insanın doğuştan hakkı olan şeyleri içerir ve hiçbir koşulla, hatta insanın topluma faydalı olması koşuluyla bile sınırlanamaz.[2]

 

[2] İtaatsizlik Üzerine Denemeler, Erich Fromm, Yaprak Yayınları, Çeviri Ayşe Sayın, 1987