Geleceğe bakmak ile gelecekle geçmiş arasındaki bağlantıyı yok etmek arasında büyük bir fark var.
Zamanı bozmak bunun adı, hepimiz veya bir kısmımız için zaman çürüdü, geriye kalanlar için ise bir halüsinasyon.
Her nasıl olduysa, zamanın doğrusal olarak akmadığı bir yerde yaşıyoruz. Gezegenin geri kalanından farklı bir zaman kurgusu var, farklı bir zaman geçişi yaşıyoruz.
Hatta zamanların iç içe geçtiği ve geçmişin bir kısmının silindiği, bir kısmının değiştiği bir zamandayız.
Zaman bir yönetme aracı olarak yaşam sahnemizde.
Mesela, kaç 8 Mart devlet eliyle kutlandı? Kaç 8 Mart kadının yüceliğine övgüler dizdi bizi yönetenler ve kaç 8 Mart’ta gaz altında kaldı meydanlar ve hatta kaç 8 Mart yasaklıydı?
Mesela, her 8 Mart yöneten kutsamasının sonrasında kaç kadın öldürüldü, kaç kadın şiddete uğradı, kaç kadının şiddete karşı savunulmasını bir yöneten alaya aldı?
Mesela kaç defa özgürlükler ülkesi olduğumuz söylenirken, alt yazılarda hangi özgürlüklerimizin kısıtlandığına ilişkin yazılar okuduk?
Mesela, kaç defa basın çalışanları yargılandı, kaç defa basın çalışanları tutuklandı, kaç defa basın çalışanları serbest bırakıldı, kaç defa basın ögürlüğünden dem vuruldu, haç defa basın özgürlüğü ile terörizmi birbirine karıştırmayalım laflarını duyduk, kaç defa aklandılar?
Mesela, savaşa karşı olmayı, barış taraftarı olmayı yasaklayıp da, sonrasında barış odaklı diplomasi politikamıza güven tazeledik?
Ama mesele kaç defa olduğu kadar da, hangi zamanlarda olduğunun tespiti değil mi?
Defalarca tekrarlanan bu gölge oyununda hangi zamandayız bilen var mı?
Hangi zamanın oyununda?
Zaman karmaşıklaşıyor ve zaman tarihe dönüşmeden unutulup gidiyor, zaman doğrusal akmıyor.
Gariptir ki, ülkenin ve dünyanın son yüzyılı konusunda fikir sahibi olmayanlar, son beş yüzyıllık tarihinin uzmanları olmuş.
Gariptir ki, insan hafızasının insanı insan yaptığını dahi unutturmak, yönetmenin en kolay yolu olmuş.
Sadece biz mi bu zaman kırılmasının içindeyiz, dünyada da oluyor mu acaba?
Oluyor, ne zamanki bu dünyada artık kaybedecek birşeyleri kalmayanlar sınırlarına dayandığında dünyanın diğerleri de, zamansal kırılmalarını yaratıyor.
“Misafirlerimiz”, “koruma” altına aldıklarımız, uğruna demokrasi savaşı verdiklerimiz, bir anda silaha dönüştürülüp zorla serbest bırakıldıklarında, diğerinin zamansal kırılması yaşanıyor, iki kıyının içine sıkıştırdıklarımızın yüzleri zaman kırılmalarında görünmez hale geliyor.
Zaman bir yöneten silahı, tarihsizlik alttakinin düşünsel yolculuğu oluyor.
İnsanın yarattığı tüm insani kazanımlar zamansal kırılmanın içinde anlamsızlaştırılıyor.
Zamanı yeniden kazanmak gerekiyor;
“Zamanı oy, sesini sakla… unutulmasın
Tarih düşür her yazdığının altına
Aynaya bak, yüzünü göm… unutulmasın
Bir gün küllerin savrulur nasılsa
Şimdi kentlerin yalın-kılıç yalnızlığındasın
Geçtiğin kırmızı, durduğun yeşil… unutulmasın
Dimdik önündesin bir fotoğraf karesinin
O fotoğrafta hiç sarı kullanılmasın
İyi çocuk ol, acınla büyü… unutulmasın…” (Ahmet Erhan, Zamanı Oy Sesini Sakla)