Mustafa Kemal’in yaveri Muzaffer Kılıç, 31 Ağustos sabahında Gazi Paşa’nın yanındadır. Komuta heyeti ile birlikte savaş alanını dolaşmaktadırlar. Etraf binlerce insan ve hayvan ölüleriyle adeta bir mahşer yerini hatırlatır. Büyük kumandanlar bu manzara karşısında çok rahatsız olur ve Gazi Paşa “Bu feci manzara, bütün insanlık için utanç verici bir olaydır. Ama biz vatanımızı korumak için gerekli savunmamızı yaptık. Buna bizi zorladılar." der. Seneler sonra Kuvayi Milliye Destanı’nda Nazım Hikmet aynı günü Nurettin Eşfak’ın ağzından şöyle anlatır. “Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nurettin Eşfak'ın ayağı/ Nurettin dedi ki: «Teselyalı Çoban Mihail,» / Nurettin dedi ki: «Seni biz değil, buraya gönderenler öldürdü seni.”

Sonra Eskişehir kurtuldu kendisini iki kat fakir, iki kat sömürülmüş yapmak isteyenlerin elinden. Sonra Uşak’ta, Trikopis ve Direniş esir düşer. Uşaklıları onları sevgililerini öldürenler, evlerini barklarını yakanların arasında sayıyorlardı. Halk linç etmesin diye Nurettin ve Kemalettin Paşaların arasında Trikopis Gazi’nin huzuruna getirildi. Gazi Paşa Trikopis’in elini sıkıp “Oturun General yorulmuş olacaksınız” diyerek buyur etti. Kısa bir konuşmadan sonra “Üzülmeyin General, siz vazifenizi yaptınız. Artık misafirimizsiniz” der. Yunan ordusu Anadolu’nun içlerinde bir ton rezalete, katliama neden olmuştur olmasına ama Gazi Paşa bilir, bu işler ordu ve İzmir Valisi tarafından hiç doğru ve hoş karşılanmamış, sorumluları yakalanıp cezalandırılmıştır.

Sonra Kula, Manisa, Aydın. Ve en nihayetinde İzmir müjdelenir tüm ülkeye. 4 sene süren, türlü rezaletlerin yaşandığı şehirde dalgalanır bir kez daha al yıldızlı bayrak. Yunan askeri çoktan terk etmiştir şehri fakat geride kimi fakir, kimi kimsesiz, gidecek bir yeri olmayan, gidecek gücü olmayan Rumlar kalır. Seneler sonra Dido Satirou’nun “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” kitabında anlattığı gibi, 4 sene öncesinde İzmir’e Yunan ordusunun girişinde olduğu gibi bir mezalimden korkulur. Kokluca Mezarlığı’nda bazı mezarların içine saklanacak kadar korkarlar. Ama 9 Eylül’de Mustafa Kemal’in askerleri o mezalimi yaşatmazlar. Ordu yaşatmaz ama Kemalist orduyu açıktan desteklemeyen, daha sonrasında da Kemalistlere düşman olup hilafeti isteyecek olan Mezarlıkbaşı, Eşrefpaşa Türkleri, Aya Fotini kilisesinin önünde linç ederler Metropolit Hrisostomos’u. Ve yıkarlar Aya Fotini kilisesini.

Fakat savaş bitmemiştir. Gazi Paşa’nın tüm tavırlarına, önlemlerine, tüm bu pislik, necaset içindeki asil tavırlarına rağmen Ayvalık’ta Topal Osman ve askerleri, Cunda’da iki yüz kusur yetişkini, Ayvalık’ta neredeyse iki bin kişiyi katleder. Ve aynı gün yangın çıkar şehr-i İzmir’de. Kimin yaktığı ile ilgilenmek bir şey getirmeyecek insana, ama söndürmeyen birisi varsa o da bu işten sorumlu olan Nurettin Paşa’ydı. Falih Rıfkı, ‘Çankaya’ kitabında şöyle der; “Koyu bir mutaassıp, öfkelendirici bir demagog olarak tanımış olduğum Nurettin Paşa olmasaydı, bu facianın sonuna kadar devam etmeyeceğini sanıyorum. Nurettin Paşa, Afyon'dan beri Yunanların yakıp kül ettiği Türk kasabalarının enkazını ve ağlayıp çırpınan halkını görerek gelen subayların ve neferlerin affedilmez hınç ve intikam hislerinden de şüphesiz kuvvet almakta idi.”

Velhasıl sözü getireceğim şey şu: Kutsal ve son derece haklı olduğumuz kavgalarımız var. Fakat aynı şeyi sadece iyilerle birlikte istemiyoruz. Bazen kötüler, bizim kutsal davamıza gölge düşürebiliyorlar. O noktalarda “bizdendir, aynı şeyi istiyoruz zaten” deyip susmak, onların başına musallat olmamak, dahası birlikte hareket etmeyi kendimize yedirmek, şimdi olmasa bile nesiller sonrasında uğruna fedakarlık gösterdiğimiz her şeyin üstüne leke düşürebilir. Medeniyet yolunda yolumuzu aydınlatacak şey, içimizdeki kötülerin yaptıklarının hesabını sorabilmektir.