Yılın bu son yazısını siyasal iktidar tarafından her fırsatta kullanılan ve kendi kitlesini motive etmenin bir aracı olarak dönem dönem etkili de olabilen "yerlilik ve millilik" tarifine ayırmak istedim. Yazının hemen başında bir soru ile devam edelim. "Yerlilik" daha çok coğrafi bir tarif ile birlikte kültürel/ırksal bir atıf niteliğine sahip iken, "millilik" tekçi bir tarifle yapılan biyolojik/ırksal bir atıf özelliğine sahiptir denilebilir mi? Şahsen ben böyle tarif edilebileceğini düşünüyorum. Bu yönüyle dediğim gibi bir tarif yapmamız olanaklıysa eğer, bu iki kavramın birbirleri ile de çelişik bir halde olduğunu ifade edebiliriz. Her ne kadar bu iki kavram üzerine kendimce böyle düşünsem de yazının devamında egemen siyasal aktörlerin kullandığı biçimiyle, iki kavramı da aynılaşmış halleriyle ele alacağım.
Bu ve benzeri kavramlar zaman zaman toplumsal alanda ciddi bir karşılık görüyor olsa da aslında bu topraklardaki hikayeleri daha en baştan itibaren samimiyetsizlikle kol kola girmiş bir şekilde hayat buldu şimdiye dek. Yusuf Atılgan bu durumu "Anayurt Oteli" adlı kitabında bir iki cümleyle çok güzel tarif etmiştir. Yazar romanda adı geçen otelin isminin neden "Anayurt" olduğunu sorguladığı bölümde, otelin adının belirlenmesinde Kurtuluş Savaşı yıllarında en ufak bir direniş göstermeden teslim olan bir kentteki "mahcup milliyetçiliğin" etkisi olabileceğine dikkat çekmektedir.
Tam da romanda ifade edildiği gibi Kurtuluş Savaşı yıllarında işgale karşı en ufak bir direnç göstermeyen çevreler o günden bugüne her zaman kendileri için en elverişli zemine sahip olan milliyetçiliğe sarılmış, Anadolu'da etkisi bütün olarak temizlenemeyen gericilikle de kol kola girerek bu memleketin her karış toprağına, dağına taşına, kurduna kuşuna ve insanına karşı binlerce suçun altına imzasını atmıştır. Aynı gerici çevreler vatandan milletten dem vururken, daha iki gün önce düzenlenen etkinliklerle anılan Kubilay'ı katletmiştir mesela. Bununla birlikte onlarca yıldır gericilik ve milliyetçiliğe sıkı sıkıya bağlanan o kesimler, hiç değişmeyen argümanlarıyla bugünlere kadar politik hamlelerini bir şekilde devam ettirmişlerdir. Yani bu ülkenin gözlerini açar açmaz ilk gördüğü şey gericilerin ihaneti olmuştur. Gericiliğin ve onun ayrılmaz parçası olan milliyetçiliğin yerlilik ve millilik anlayışı her dönem bilim, çağdaşlık, laiklik gibi evrensel değerleri ve bağımsızlık, özgürlük ve eşitlik mücadelelerini hedefe koymuştur.
İşte bu yüzden Amerikan 6. Filosunu denize döken devrimci öğrencilerin üzerine sopalarla, bıçaklarla saldırıp Amerikalılara kalkan olmuştur Türkiye gericiliği. Emperyalizme bağlılık gericiliğin olmazsa olmazıdır. Buna rağmen her dönem "milli" olduklarını ifade etmek kendileri için vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Onlar için Soma'da ölen madenci, Suudi Kralı kadar milli değildir mesela. Kendilerinin sermaye ile ilişkilerinin karşısında çıkabilecek çatlak seslerin kısılması noktasında en çok işe yarayacak argümanlarıdır "millilik".
Yakın dönem millilik tariflerine ve pratiklerine baktığımızda Yusuf Atılgan'ın bahsettiği "mahcup milliyetçiliğin", "cüretkar milliyetçiliğe/gericiliğe" dönüşümünü görmekteyiz. Cüretkarlıktan kastım elbette bir savaş meydanındaki cesaret hali değil. Çin protestosunda Çin Seddi muamelesi yaptıkları kartonları tekmelerken, Hollanda protestosunda portakal bıçaklarken, Amerika protestosunda sahte dolar yakarken ne hale düştüklerinin farkında olamayacak kadar körleşmiş bir cüretten bahsediyorum. Ya da kendileri milyarlık Alman malı otomobillere binerken halka yerli otomobil müjdesi veren siyasetçilerin sahip olduğu cüretten mesela. Yerli uçak meselesine ise hiç girmiyorum.
Bu yakın dönem millilik meselesi ayranın milli içki ilan edilmesiyle başladı yanlış hatırlamıyorsam. Ayran milli içkimiz diye yutturuluyor ama sütü sağılan hayvan ithal örneğin. İşte bahsettiğim cüret bu. Tıpkı mecliste AKP’li bir vekilin kendilerini Tank Palet fabrikasını peşkeş çekmekle eleştiren CHP'li vekile; "Size inat yerli tankımızı yapacağız" şeklinde cevap vermesindeki o tuhaflık gibi. Yine başka bir CHP'li vekilin "meclise dahi uğramıyorsunuz" dediği AKP'li kadın vekilden; "Ne zaman namaz kılacağıma siz karışamazsınız" şeklinde işittiği cevaptaki provokasyon ve hamasete sebep olan rahatlık gibi. Şeker fabrikaları satılırken, vatandaşa nişasta bazlı şeker tüketmekten başka çare bırakılmazken ortaya çıkan o "millilik" bugünün siyasal aktörlerinin bir icadı değil, kökleri eskiye dayanan muhafazakar bir aldatmacanın ifadesidir.
Yaklaşık yüz yıllık bir organizasyonun parçası olan "millilik" aldatmacasının panzehiri olarak yukarıda saydığımız evrensel değerlerin geçmişe göre daha çok sahiplenilmesi, düne nazaran çok daha zorunlu ve vazgeçilemez görevler olarak önümüzde duruyor.
Nazım'ın da bir şiirinde dediği gibi; "En güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız".
O "en güzel günlerin" hatırına... Sağlıcakla kalın.