Bir toplum için tehlike olarak sayılabilecek pek çok durum vardır. Bunlar arasında bir sıralama yapmak zor. Kimi zaman biri kim zaman diğeri öne çıkar. Kimine göre biri kimine göre diğeri toplumun mutlu geleceği için en önemli tehlikedir.

Ben de toplum için, ülkem için bazı şeyleri tehlike olarak sayarım ve benim için de bunların hangisinin daha önemli olduğunu söylemek zor. Üstelik hepimiz gibi benim de tehdit ve tehlike algım zaman zaman değişiklik gösteriyor. Yine de bunlardan birisini öne çıkarmak gerekirse geleceğe dair olan inanç ve umuttaki azalmayı söyleyebilirim.

Birbirini seven, birlikte mutlu bir hayat sürmeyi düşleyen insanlarda, gençlerde bile umutsuzluk, geleceğe dair beklentisizlik giderek büyümekte. Bir hayat kurmanın, bir gelecek tasarlamanın eşiğindeki kişilerin hayalleri o kadar sınırlı ve endişe dolu ki. Genç yaşında neredeyse her şeyden vazgeçen, yorgun düşmüş, umudunu yitirmiş insanlar ülkesi oluyoruz. Yaşadığımız olumsuzlukların içinden sıyrılıp güzel bir hayatı düşlemenin bile zor olduğu günler yaşıyoruz.

Oysa hayat daima iyiye evrilir. Yaşam döngüsü kendi ağır aksak ritminde ilerler. Hayatın iyiye giden hızı bizim kısacık ömrümüz karşısında yavaş olabilir. Ve bu yavaşlık nedeniyle hayatın akışını, gittiği yeri göremiyor da olabiliriz. Düz bir ovada giden ve daima ileri giden nehirlerin yaptığı mendereslere bakıp nehrin geriye gittiğini söylemek ne kadar yanlış ise yaşadığımız kötü şeylere bakıp hayatın geriye gittiğini söylemek de o denli yanlıştır. Bizim kısacık ömrümüz gelecek güzel günleri görmeye yetmeyebilir. Ama Suna Kıraç’ın dediği gibi ömrümüzden uzun ideallerimiz varsa, iyiliğin, bilginin ve cesaretin galip geleceğine inanıyorsak silkinip yürümeye devam etmeliyiz.

Biliyorum; işsizlik var, hem de hiç olmadığı kadar. Yoksulluk da var, hepimizin yanı başında ve umursamazlık var hiç görülmediği kadar. Bazılarımız her şeyden vazgeçti. Hatta buraları bırakıp gitmeyi istiyor. Bazılarımız yeni bir yuva kurmanın çoluk çocuğa karışmanın iyi bir fikir olmadığı kanısında. Ama bütün bunlar bizi gelecek güzel günlere olan inancımızdan alıkoymaya yeter mi?

Umudu ve gelecek güzel günlere olan inancı yitirmeden ancak sadece iyimserliğin ve umudun işe yaramayacağını bilerek, gelecek güzel günler için emek vererek hayatı sürdürmek gerek. Bütün olumsuzlukları yenmek için birlikte, dayanışma içinde olmak zorundayız.

Daha güzel bir gelecek için sevgi dilini hakim kılan, kimseyi öteki saymayan, birbirini dinleyen ve anlamaya çalışan bir siyaset anlayışı bulmalı ve bunu savunmalıyız. Rakibi saydığı anlayışı yok etmeye yeminli, sevgisiz bir siyaset gelecek umutlarımızı yeşertmeye yaramayacaktır. Siyaset yapmayı; öteki saydığını yok etmeye, laf çakmaya sıkıştırmış, üretmeyen, tavır almayan yaklaşımlar bizi güzel günlere ulaştırmayacak.

Yokluklara, zulümlere ve baskılara bakıp umudu yitirmek insana ve insanlığa ait bir özellik olamaz. İnsanlık her zorluğu, her karanlığı aşarak bugünlere gelmiş ise bugün içinde bulunduğumuz zorluk ve karanlıkları da aşmayı başaracak bilgi ve deneyime sahiptir.

Çünkü şair Durmuş Taşdemir’in söylediği gibi; “yedi canlıdır insanlık, her zulmün sonunda diriliş öyküsü”.