Yaklaşık iki hafta önce Kanal İstanbul konusunu gündeme alan bir köşe yazım yayımlanmıştı. Kanal İstanbul ile dolaylı bağlantısı olan ve özde bağlantısı olmayan, Kuzey Marmara Otoyolu bağlantı yolunun devamı sayılan Nakkaş-Başakşehir Sazlıdere köprüsünün temel atma töreni, Kanal İstanbul temel atma törenine dönüştürülmeye çalışıldı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 26 Haziran'da Kanal İstanbul'un güzergahı üzerinde yer alan bir köprü ve yolun temel atma töreninde yaptığı konuşmada, "Devletlerde devamlılık esastır. Bunlar devlet terbiyesi de görmediler. Siz nasıl devlet yönetimine talipsiniz ya? Söke söke sizden bu paraları uluslararası tahkim yoluyla da alırlar" dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu sözlerine karşılık olarak, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin grup toplantısında "tiksindirici borç" kavramını gündeme getirerek "Uluslararası hukukta “tiksindirici borç diye bir kavram var. Bu kavram dış borç alan ve milleti için harcamak yerine kendi için kullanan liderler için kullanılır" açıklamalarında bulundu.

Kısa bir süre önce de; Hem CHP lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu hem de İYİ parti Genel Başkanı Sayın Meral Akşener partilerinin grup toplantısında eş zamanlı olarak aynı zamanda ve aynı duygularla bu borçları ödemeyeceklerini açıkladılar. Bununla kalmadı diğer muhalefet partilerinin çoğu bu istikamette açıklamalarda bulundular. Hatta CHP bu hususu sosyal medyalarında 5 farklı dilde yayınlayarak uluslararası bir mesaj vermeye çalıştı.

Birazdan açıklayacaklarıma göre bu hukuki sorun için bu bilgilendirme olması gerekendi. Yeterli mi? tabi ki değil, Kanal İstanbul’un yapımına talip olması tahmin edilen dillerde de bu uyarıların yapılması ülke geleceği için zorunlu hal almıştır. Örneğin Çince… İbranice… vs… Bunlar yeterli mi? Yetmez, ihale sürecinde ihaleye katılacak şirketlerin ülkelerinin yetkili temsilcilerine ve şirketlere, kredi kullanma ihtimali olan veya olacak tüm bankalara haklı gerekçelerle birer bilgilendirme ve uyarı yazıları yazmaları zorunluluktur. Neden ve ‘çünkü’ye gelince; ileride vay benim haberim yoktu… gibi sorularla muhatap olmamak, uluslararası hak arayışında sağlam delilleri oluşturmaktır.

Bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Bankaları Tehdit Ediyorlar, Projeye İlgi Duyan ülkeleri Tehdit Ediyorlar, Bu Ne Terbiyesizliktir Ya” dedi. Muhalefet partileri kimseyi, hiçbir ülkeyi tehdit etmiyor, sadece biraz yüksek sesle bilgilendiriyor.

Gelelim asıl mevzuya; nedir bu tiksindirici borç, namı değer adı ile “İğrenç Borç”, “Meşru Olmayan Borç” ilk defa 1920’li yıllarda gündeme getirilmiş bir öğretidir. Bu öğretiye göre; özellikle sorumsuz davranan, dışarıdan aldığı borçları ulusun menfaati yerine kendi kişisel zenginleşmesi için kullanan yönetimlerin aldıkları borçların yerine gelecek yönetimler tarafından ödenmesi, bazı ülkelerde otoriter yönetimlerin zamanla dışarıdan çok fazla borç almaya başladıkları ve bu borçları altyapı, eğitim veya diğer ekonomik yatırımlar için kullanmayıp kendilerinin ve etraflarındaki insanların zenginleşmesine harcadıklarını, kısaca, dış borç alan ve bunu milletinin menfaatine harcamak yerine, kendi kişisel ikbali için harcayan despotik/diktatöryal liderler için kullanılır. Bu liderler, iktidardan düştükten sonra, o borcun, ülkedeki vatandaşlardan değil, borcu alan liderlerin ve yöneticilerin kişisel harcaması olarak kabul edilerek, o kişi ve yöneticilerin bizzat kendisinden tahsil edilmesini ifade eder.

Tiksindirici borç öğretisi, Rus hukukçu Aleksander Sack tarafından gündeme getirildi. 1927 yılında yazdığı "Devletlerin Dönüşümünün Kamu Borçları ve Diğer Finansal Yükümlülüklere Etkileri" isimli kitabında, bu konuyu "Bir Devletin Nüfusunun Rızası Olmadan, İhaleye Katılanların, Ülkelerin ve Kredi verenlerin de Farkında Olduğu Bir Şekilde, Çıkarlarının Aksine Alınmış ve Harcanmış Borçlar" olarak açıklanmıştır. Yazar, bu kitabında tiksindirici borçları savaş borçları, zorla verilen borçlar ve rejimlerin borcu şeklinde kategorilerine göre ayırmış. Daha öncesi de var; Bu kavram 1789 Fransa İhtilali sonrasına dayanıyor. 1920’li yıllarda konuşulmuştu bu öğreti, Tiksindirici Borç ifadesinin ilk örneği 1861 yılında Meksika'da yaşanmıştır. Meksika'da yönetim değişikliğinden on beş yıl sonra hayata geçirilen bir kanunla eski rejimin aldığı borçlar yok hükmünde ve tiksindirici olarak kabul edildi ve ödenmeyeceği açıklandı.

Tiksindirici Borcun hukuki açıdan gündeme gelebilmesi için bazı şartların oluşması gerekir. Bunlara hukukçular daha iyi yanıt verebilir. Birincisi; Kredi verenlerin bilgilendirilmesi zorunluluğudur. Yani içerdeki durumla ya da bu borçların geri ödenmemesi ile alakalı bilgilendirilmeleri gerekiyor. İhaleye girenler nasıl bir ortama girdiklerini, kredi verenler ise kime, nereye, nasıl borç verdiklerini biliyor olmaları gerekmektedir. İkincisi; halkın rızası olması gerekir. Yani, halk borçlanacağı ve geleceğini borçlandırdığı niçin buna rıza göstermesi gerekmektedir. Üçüncüsü ise; ülkede yaşayan tüm halkların çıkarlarını gözeten bir yatırım/borçlanma olması gerekir. Yani bir kişinin veya bir çete ya da partinin menfaat ve çıkarlarına hizmet etmemesi gerekmektedir. Bunlara ilaveten; iktidara gelebilecek yeni yönetimlerce bu hususun bertaraf edilmesi için yetkili mahkemelere başvuracaklarının bildirilmesi ve sorumluların, haklı bulunduğunda gerektiği şekilde cezalandırılacağının ifade edilmesi ilave katkılardır.

Bunlar yapıldığı takdirde, geçmişte olduğu gibi başka ülkelerin verdiği uluslararası mücadelede haklı ve bir adım daha önde kalarak kısa vadede sonuçlanmasının önünü açacaktır. Tiksindirici borcun, ulusun borcu değil de şahısların borcu olarak kabul edilmesi daha da kolaylaşacak, borcun doğduğu dönemde yönetimde olan veya her aşamasında borcun altında imzası olanlar… hayatta değilse onların varisleri, mirasçıları bunlardan sorumlu olabileceklerdir. Şu anda görevde olanlar veya görevde olmasa da ihale dosyası hazırlayanlardan tutun nihai karar verenlere kadar herkes büyük bir risk altında olacaktır.

Hadi bir-iki örnekle daha da aydınlatalım konuyu, en basit ve güncelden başlayalım; Zafer Havalimanı CHP Zonguldak Milletvekili KİT Komisyonu Üyesi Deniz Yavuzyılmaz’ın geçen hafta cimer üzerinden sorduğu soruya verilen cevaba istinaden, vekil şu açıklamayı yapmıştır. Yıl 2021, ilk beş ayı için taahhüt edilen yolcu sayısı 549.054, yani beşyüzelli bin kişi, gerçekleşen yolcu sayısı sadece 308 kişi, hata, yanılma payı % 99,9, oluşan kamu zararı, beşli çetelere yapılan/yapılacak garanti ödemesi 2.905.652 Euro. Tiksindirici borç ya da borçlanma işte tam da bu. Bu projenin yatırım kararını veren, yaptığı araştırmalarla ihale dosyasını hazırlayanlar ve bu süreçte tüm kararların altında imzası olanlar bu %99,9 oranında gerçekleşen hata ve kamu zararından sorumludur. Bu ihaleyi sokakta geçen biri hazırlasaydı bu kadar hata olmazdı. Hatırlarsınız, geçen kasım ayında damat bakan sonrası bakanlık koltuğu bir süre boş kalmıştı ve o sürede dolar ciddi anlamda düşmüştü. Bu durumu en iyi açıklayan söz ise “Gölge Etme Başka İhsan istemez”dir.

Kanal İstanbul gündemi ile söylenen karşılıklı sözler de tam bu noktaya parmak basıyor. Muhalefet bu yüzden ülkenin geleceğinin iğrenç bir şekilde borçlanmaması için çaba sarf ediyor. Düşünün, Cumhurbaşkanı boğaz trafiğinin kapasitesini ısrarla 25.000 gemi olarak açıklıyor. Oysa, 2010’lu yıllarda 56.000 civarında gemi geçti ve son 27 yılda bir tane dahi ölümlü kaza olmadı. İlgili bakanlıkta gelecekte bu boğazdan 78 bin-84 bin gemi geçeceğini iddia etmektedir. Mevcut durum ise son 10 yolda geçen gemi sayısı 56 binden 41 binlere düştü. Şimdi farz edelim kanalı yaptın, ya Zafer Havaalanı’nda olduğu gibi % 99 yanılırsan ne olacak…

Uygulamaya dönük bu tiksindirici borcun dünyanın birçok ülkesinde örnekleri var ve bu doktrin literatüre girmiştir. Örneğin, Ekvador’da diktatöryel iktidar el değiştirince yerine gelenler bu borcu kabul etmemiş, bir komisyon kurularak uzlaşı ile bu borcun % 70’i silinmiştir. Haiti bu iğrenç borç için yıllarca dünya kamuoyunda çalışmalar yapmış girişimlerde bulunmuştur. Daha çok örnekleri de var.

Sonuç olarak; Dünya Yolsuzlukla Mücadele Konseyi ve Birleşmiş Milletler yolsuzluklar için karşı ittifak arayışlarını güçlendirmeye başladılar. Önümüzdeki süreçte, tiksindirici borç doktrini çerçevesinde ciddi kurullar oluşturarak bu konuların incelenmesi ve ciddi yaptırımların gündeme getirilmesi kaçınılmaz bir hal almıştır. Çünkü, yolsuzluklar ve rant projeleri kapsamlı bir insan hakları ihlalleridir. Ülkede yaşayanların çocuklarını, torunlarını onların tasarrufu olmadan borçlandırarak, refah seviyelerini ve yaşam kalitelerini düşürmek bir insan hakkı gaspıdır.