Artık şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, 31 Mart seçimleri yerel seçim olmaktan çıkıp bir genel seçim havasına girmiştir. Zaten, 'Cumhur İttifakı' ve 'Millet İttifakı' olarak iki ana gövdenin varolduğu, bu ittifakların ortak miting yapma kararı alması ve ittifak sözcülerinin aynı söylemleri kullanması bu tespiti doğrulamaya yetiyor. Bu durumun 'Cumhur İttifakı' tarafından bilinçli bir şekilde bu yöne çekilmeye çalışılmasının anlaşılabilir nedenleri de ortada. Artık gizlenemez bir şekilde açığa çıkmış olan ekonomik tablodaki karamsarlığın geniş halk kitlelerinde yarattığı endişeye, dönemsel kredi yapılandırma kampanyaları, teşvikler, tanzim satışların yaygınlaştırılma çabaları engel olamıyor. 'Cumhur İttifakı'nın ısrarla belediye seçimlerini 'beka sorunu' olarak gösterip, işi neredeyse 'Ya var oluş, Ya yok oluş'a getirmeye çalışması, bıkkınlık veren kutuplaştırma söylemlerine yeniden yeniden sarılması kendi açılarından durumun hiç de içaçıcı olmadığını gösteriyor.

Son bir kaç haftadır iktidar partisi tarafından daha düne kadar sabah akşam yaptırdığı anketler için, 'Artık güvenilir olmadığı' açıklamalarının yükselmesi belki de son dönemlerin en dikkat çeken gelişmesidir. Öyleyse ya onlarca seçim görmüş geçirmiş anket şirketleri bu dönemki eğilimi yanlış yansıtıyorlar, ya da anketten çıkan eğilimler iktidar partisindeki beklentiyi karşılamıyor.

Muhtemel ki, sahadan gelen sonuçlar 'Cumhur İttifakı'nın fevri davranışlarda bulunmasına yolaçan sonuçlardır.

Peki, sahada gerçekten durum böyle midir? Eğer, siyaseti sadece seçimden seçime sandığa gidip oy kullanmak olarak görüp yine siyasetin getirdiği çıkar ilişkilerinden uzaksanız, sosyal medyada da size bir trol görevi verilmediyse halkın büyük bir çoğunluğunun yerel seçimleri 'beka sorunu' olarak görmediğini, yerel yönetimlerden beklentilerinin farklı olduğunu, dahası öncelikli tercihlerinin ve dertlerinin; işlerine, aşlarına sahip çıkmak ve de evlerine ekmek götürebilmek olduğunu görebilirsiniz.

Yani, her ankette mutlaka ve mutlaka yer alan 'kararsız seçmen' bölümündeki yüzdelik dilimin bu seçimler öncesi yükseldiğini, dahası bu kararsız seçmen kitlesinin aynı zamanda çeşitli nedenlerle 'kızgın ve endişeli' bir tutum içinde olduğunu tahmin etmek zor olmaz. Çünkü, artan işsizlik oranı, gündelik yaşamı etkilemeye başlayan hayat pahalılığı, iş güvencesinin pamuk ipliğine bağlı olması gibi daha çok ekonomik sonuçları olan nedenler seçmenin davranışlarını doğrudan etkileyebilecek faktörlerdir. Bir bakıma, siyasetteki çıkar ilişkilerinden yararlanmayan (Elbette, herhangi bir partiye gönül vermiş ya da üye olan vatandaşların bir kısmı seçilecek isme bakabilir) büyük çoğunluk için asıl dert ne bekadır, ne seçilecek belediye başkanının ismidir, ne de meclis üyelerinin sıralamasıdır.

1989 seçimlerinde Turgut Özal'ın ANAP'nin büyük düşüş yaşamasının sebeplerinin başında %65'leri bulan enflasyon oranlarıyla, ANAP yönetiminin tehditkar tutumları ve kibirli davranışları önemli rol oynamıştır. Her sabah uyandıklarında gittikleri bakkalda yeni bir zamla karşılaşan halkın ilk fırsatta faturayı iyiden iyiye şımarıklaşmış ANAP'a kesmesi tesadüf değildir.

'Cumhur İttifakının' giderek hırçınlaşması, yerel seçim söylemlerini 'zillet ve beka'ya indirgeyerek ötekeleştirme, kutuplaştırma ve ayrıştırmayı seçim kazanma taktiği olarak belirlemesinin ters tepmeyeceğinin garantisi yoktur. Aksine, yaşanan gelişmelerden rahatsızlık duyanların sayısı giderek artmakta, bu gerilimin kimseye faydası olmayacağı daha fazla görülmektedir.

Eğer, bu gerilim politikasından ve giderek ağırlaşan ekonomik şartlardan sıkılmış halk kitlelerinin taleplerine daha gerçekçi ve yapılabilir projelerle yaklaşılır, siyaset dilinin ikna edici özelliği başarılı biçimde kullanılırsa yerel seçimlerde şaşırtıcı sonuçların çıkacağını söylemek mümkün olur. Sandık rüzgarının nereden ve hangi kuvvette eseceğini söylemek için belki biraz erken ama bu rüzgarın bu kez farklı esmesi için yeterli olanakların olduğu açıktır.