İsteğe bağlı körlük içinde, yüksek egolarımıza basıp debelenirken hayat yanımızdan akar gider. Sonra 80’li yaşlarında Jane çıka gelir. Kraliçe Lear’ı sahneye koymaya kararlı. Kafasındaki şeytanlarla ve çevremizdeki şişkin egolu bilirkişilerle savaşarak oyunu sahneye koymak için mücadele eder. Bu sadece tiyatro sahnesinde değil, hayat sahnesinde de süren bir mücadeledir. İt izinin, at izine karıştığı garip zamanlardan geçerken hayat şimdi her zamankinden daha zor. Üstelik 80 yaşında, unutkanlıktan muzdarip bir kadın oyuncu için bu bir ölüm kalım savaşına dönüşür.  Bazen bu hayat mücadelesi 10 yaşında bir lösemi hastası Oscar olarak karşımıza çıkar. Hayatının son 12 gününde Allah’a mektuplar yazan Oscar’ın gözünden insanları ve hayatı sevmeyi yeniden öğreniriz. “Sayın Allah” diye başlayan ve sonra samimiyeti ilerletince “Sevgili Allah” diye devam eden mektuplarda, Oscar’ın hastanede geçen bir gününe tanık oluyoruz. 10 yaşında, bu kocaman filozoftan hayat, sevgi, ölüm, korku, aşk, iletişimsizlik, ergenlik, evlilik üzerine derinlikli dersler alıyoruz. Yıldız Kenter, “Oscar ve Pembeli Meleği”ni sahneye taşırken o zarif bedeniyle tüm dünyamız oluyor, ruhumuzu kavrıyor ve hayata bir kez daha gerçekten bakmamızı sağlıyor. Eric Emmanual Schmitt’in kaleme aldığı ve Serap Babül’ün dilimize kazandırdığı “Oscar ve Pembeli Meleği” lösemi hastası Oscar’ın hayatının son 12 gününü anlatıyor. Yıldız Kenter sahnede Oscar, Pembeli Mami, Patlamış Mısır, Çifte Kavrulmuş, Mavi Peggy, Dr. Düseldorf karakterlerine hayat veriyor. Oyuncuya Necati Abacı’nın arka planda ekrana yansıyan illüstrasyonları eşlik ediyor. Yaşanan olayların renkli çizgi roman tadındaki görüntülerle desteklendiği “Oscar ve Pembeli Meleği” yüreği hep çocuk kalan herkese sesleniyor. Oscar’ın son anına kadar yanında olan 100 yaşındaki biricik dostu Pembeli Mami’yi de unutmamak lazım. Gençliğinde kadın güreşçi olduğunu iddia eden Pembeli Melek anlattığı güreş hikayeleri ve sıcak dost eliyle, Oscar’ın dünyasını aydınlatıyor. İlginç fikirleri de var. “Hadi Oscar bir oyuna ne dersin? Her günü 10 yıl kabul edelim. Sahi, Allah’a neden mektup yazmıyorsun? Ne demek inanmıyorum. Bu, Noel Baba değil ki, Allah. Tabii ki var. Hadi Oscar, yaz bir kere. Sana mutlaka cevap verecektir”. Oscar’ın içimize işleyen hikayesi işte böyle başlıyor. Her günü, 10 yıl gibi yaşayan Oscar’ın, hikayeler anlattığı, istekler sıraladığı, arada bir de “akıl verdiği” Allah ile arasında gelişen bu çok özel mektup arkadaşlığı insanı yüreğinden vuruyor. Yazdığı her mektupta sormadan edemiyor. “Sevgili Allah beni ne zaman ziyaret geleceksin? Eğer uyuyorsam mutlaka uyandır. Böyle bir şeyi kaçırmak istemem çünkü” diyor. Anne babasına dönüp rahatlıkla “Ben sizlerin de ölebileceğini hiç düşünmemiştim” diyen ve aradaki tüm buzları eriten Oscar insana cesaret veriyor. Başarısız tedaviden duyduğu hayal kırıklığı ve acıyı fırça gibi kalın kaşlarının altında gizlemeye çalışan doktoruna “Sizin suçunuz değil ki, siz elinizden geleni yaptınız. Doğayı ve hayatı değiştiremezsiniz. Siz sadece Allah’ın tamircisisiniz” dedikten sonra, “Doktor, sahiden kaşlarınızı da fırçalıyor musunuz?” diye soran Oscar ile direnmeyi, sonuna kadar mücadele ederken sevmeyi öğreniyoruz. Kraliçe Lear, Oscar, Ben Anadolu’nun Kadınları, Hep Aşk Vardı diyen cesur ve güzel kadınların hepsi birden Yıldız Kenter olarak hayatımıza dokunuyor, üzerimize peri tozu serpiyor. Onunla birlikte, gökyüzünü saran karanlık bulutlara rağmen güneşin mutlaka açacağına inanıyoruz. Çünkü sevmek, umut etmek, inanmak ve mücadele etmenin adı Yıldız Kenter. Anısına sevgi, saygı ve özlemle…