"Bir insanın anavatanı çocukluğudur" diyor değerli psikolog Doğan Cüceloğlu. Katılıyorum. Anne karnından başlayarak yaşadığımız o huzuru, dinginliği, sadeliği arıyoruz hayat boyu belki de, kim bilir?

Eskişehir'in aman vermez soğuğunda, soba üstünde kurutulan mandalina kabuklarının, pişirilen kestanelerin kokusunu zaman zaman hâlâ duyarım. Çocukluğumun daha basit yaşam alışkanlıklarını özlerim kimi zaman.

Kurduğumuz yaşam düzeni, düşünce dünyamız, moral anlayışımız, değerler sistemimiz, gündelik olaylar karşısında takındığımız tutum "okyanussal ilişki" denilen yitik zamanlarımızın konfor alanını yeniden yaratmakla ilgili belki de.

Oysa göz ardı ettiğimiz önemli bir nokta var. Özlemle anımsadığımız geçmiş aynı zamanda bitimsiz merakımızın, sorgulamaya, denemeye yönelik büyük iştahımızın da tarihidir aynı zamanda. Anayollardan çıkıp patikalara cesaretle yönelişimizin tarihi... Büyüdükçe unuttuğumuz, konfor alanımız içinde yalnızca izlenimlerle anımsadığımız bir tarih...

Öte yandan yaşam hazır şablonlarla yorumlanmaya ve yaşanmaya uygun değil maalesef. Bir düşünün lütfen, ilkel insan bile karnını doyurmak, eş bulmak ve diğer gereksinimlerini karşılamak için sıcak ve korunaklı mağarasından çıkmak zorunda kalmıştı. İnsanlığın tekamülünün anahtarı belki de bu zorunlulukta saklıdır.

Hemşehrimiz olan İzmirli büyük ozan Homeros'un İlyada Destanı'nda anlatılır ki, Aşil'in önünde iki seçenek vardır. Yarı Tanrı olan Aşil ya hayata seyirci kalarak ölümsüzlüğe erişecektir ya da risk alarak ölmeyi göze alacaktır. O ikinci seçeneği tercih eder ve hepinizin bildiği gibi topuğundan vurularak ölür. Binlerce yıldır anlatılan, okunan bu destanın en önemli kahramanlarından biri olan bu savaşçının bir anlamıyla yine de ölümsüzlüğe kavuştuğunu söyleyemez miyiz? Kendi konfor alanından çıkmasaydı Aşil, bugün hangimiz adını bilirdik?

Her şey "konfor alanı"ndan çıkmakla ilgili.

Alışageldiğimiz bakış açıları, yaşam seçimleri bizleri bir aşamaya kadar taşıyor, sonrasında ayağımıza vurulan pranga misali, sürüklemek zorunda olduğumuz yüklere dönüşüyor.

Çocukluğumuzun yitirilmiş basit, sade, huzurlu zamanlarını özleriz kimi zaman şüphesiz. Ama unutulmamalıdır ki çocukluğumuz, konfor alanlarımızdan çıkmayı cesaretle göze aldığımız zamanlardır aynı zamanda.

Gelin bugün anayoldan çıkıp patikalara girmeyi göze alalım.

Her zaman eve, işe gittiğiniz yolu değiştirin bugün, başka bir yoldan yürüyün. Hiç bilmediğiniz bir şairin şiirlerini okuyun. "Bana hitap etmez" dediğiniz bir filmi seyredin. Her gün aldığınız gazetenin yanında farklı bir gazete daha alın. Tiyatroya gidin, ne zamandır gitmemiştiniz, değil mi? Müzeye, sergiye gidin. Zorlu bir öykü ya da roman okuyun. Denize bakın örneğin. Sürekli değişen, devinen, kımıldanan bu büyük mavinin sizi şaşırtmasına hayranlıkla bakakalın bir süre.

Hepimizin büyümesi gereken bir gün gelir mutlaka, şüphesiz. Çocukluğumuzun yaşam sevincini koruyarak konfor alanlarımızdan çıkmayı başaramaz mıyız?

Yarını değiştirmeye bugünden başlayamaz mıyız?

Bir gün mutlaka, demeyin ne olur. O gün neden bugün olmasın değerli dostlar?